BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ

2 Ekim 2011 Pazar

1 Ekim 2011 Basın Raporu





  •  
    G Ü N D E M

    1 EKİM 2011 CUMARTESİ

    1- Meclis yeni yasama yılına başlıyor

    - TBMM Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki heyet, Meclis bahçesindeki Atatürk anıtına çelenk bırakarak, saygı duruşunda bulunacak. (TBMM/14.00)

    - Genel Kurul, 24. Dönem 2. Yasama Yılı'nın başlaması dolayısıyla özel gündemle toplanacak. (TBMM/15.00)

    - Genel Kurul'da, TBMM Başkanı Çiçek'in sunuşunun ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yasama yılının açış konuşmasını yapacak.

    - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da yeni yasama yılının açılışına katılacak.

    - Genel Kurulda, andiçmeyen milletvekilleri andiçecek.

    2- Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ,''Cami Çocuk Buluşması''  temasının işleneceği Camiler ve Din Görevlileri Haftası'nın  açılış törenine katılacak. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de törene iştirak edecek.

    - Bozdağ, ayrıca Diyanet-Sen Akademisi'nin düzenleyeceği ''Yeni Anayasada Din ve Vicdan Hürriyeti'' konulu panele katılacak. (Ankara/10.00/10.30)

    3- Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, sanatçı Ajda Pekkan'ın Somali'ye yardım amacıyla vereceği konseri izleyecek. (İstanbul/20.00)

    4- Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜMSİAD) İl Şube Başkanları toplantısına katılacak. (Ankara/11.00)

    1 EKİM 2011 CUMARTESİ GÜNDEM HABERLERİ

    GÜNDEM
    "AB'DEN TÜRKLERE VİZE SÖZÜ"
    AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Strasbourg temaslarının ardından İstanbul'a geldi. İstanbul Atatürk Havalimanı VIP Salonu'nda basın mensuplarının soruları yanıtlayan Bağış, AB İçişleri Komiseri Cecila Malmström'ün, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vize alırken yaşadığı sıkıntıları minimize etme konusunda kendisine söz verdiğini belirtti.

    EKONOMİ
    PİYASALAR
    İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Bileşik Endeksi günün tamamında 64 puanlık düşüşle 59.693 puandan tamamladı. Hisse senetleri günlük ortalama yüzde 0,11 değer kaybetti. İstanbul serbest piyasada, kapanış saatlerinde doların satış fiyatı 1,8620 lira, avronun satış fiyatı 2,5050 lira oldu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Tahvil ve Bono Piyasası Kesin Alım Satım Pazarında işlem gören gösterge kağıdı 15 Mayıs 2013 vadeli tahvilin, bileşik faizi önceki kapanışa göre 0,03 puan azalarak 8,34'den kapandı. Bu tahvilin basit getirisi yüzde 8.56 oldu. Bu tahvilin, aynı gün valörlü işlemlerinin önceki kapanışında basit getirisi yüzde 8,59, bileşik getirisi yüzde 8,37 olmuştu
    ŞARJ İSTASYONLARI İÇİN İLK ADIM ATILDI
    ODTÜ ile Yiğit Akü, yakın gelecekte benzin istasyonları gibi yol kenarlarına kurulumu planlanan ve güneş enerjisiyle çalışan "elektrik şarj istasyonlarının" yerli sermaye ve yerli mühendislerle kurulumu için iş birliğine gitti.

    POLİTİKA
    MECLİS, 2,5 AYLIK TATİLİN ARDINDAN MESAİSİNE BAŞLIYOR
    Yaklaşık 2.5 aylık tatilin ardından Meclis bugün yeni yasama yılına başlayacak. Boykotu sona erdiren BDP'li vekiller, Meclis'te olacak. CHP Mersin Milletvekili İsa Gök ise bir süre daha yemin etmeyecek.

    DÜNYA
    BAŞBAKAN ERDOĞAN MAKEDONLAR İÇİN DE 'EN AZ 3 ÇOCUK' DEDİ
    Başbakan Erdoğan, Makedonya'da Vrapçiştelilere hitap ederken, ekonominin en büyük kaynağının insan olduğunu, Türkiye'nin de nüfusu artarak büyüdüğünü belirterek, "Benim Türkiye'den size gönderdiğim haberi biliyorsunuz değil mi? Ne diyoruz, 3 çocuk... Ama 3 standart değil, en az 3" dedi.
    İRAN, PJAK'I DİZE GETİRDİ
    PKK'nın İran kolu PJAK'ın, teröristlerin sınırdan bir kilometre öteye çekilmesini ve saldırıda bulunmamasını talep eden Tahran'ın tüm şartlarını kabul ettiği bildirildi.
    SEÇİMLERDE MEDVEDEV'DEN PUTİN'E DESTEK
    Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev, gelecek yıl yapılacak devlet başkanlığı seçiminde Rusya Başbakanı Vladimir Putin'i destekleme kararını savundu.
    EL KAİDE'NİN ÜÇ NUMARASI DA ÖLDÜRÜLDÜ
    Yemen Savunma Bakanlığı, El Kaide'nin Arabistan Yarımadası kolu lideri Enver el Evlaki'nin öldürüldüğünü açıkladı.

    YAZILI BASIN ÖZETLERİ

    Yeni Şafak’ın bazı haber başlıkları:
    Savaş Muhabiri Mübarek
    Türkiye'nin sağladığı siyasi istikrarla uzun vadeli düşünme ve strateji üretme konumuna geldiğini anlatan Bakan Nihat Ergün, olumsuzluk pompalayanlara tepki göstererek şöyle devam etti: "Ekonominin yüzde 60'ı psikolojiktir. Bu nedenle önemli olan soğukkanlı olmak ve iyimser bakmaktır. Kriz döneminde Türkiye G-20 içinde en fazla istihdam geliştiren ülke oldu. G-20'de istihdam artışı yüzde 1 iken Türkiye'de yüzde 6. Buna rağmen TV'lerdeki ekonomi yorumcusu değil, sanki savaş muhabiri gibi değerlendirmeler yapıyorlar."

    Gümrük Kapılarında Teknolojik Devrim
    Gümrük ve Ticaret Bakanı Yazıcı, gümrük kapıları için önemli yatırımlar yapacaklarını belirterek, "Etkinliği artıracak teknolojik yatırımlar gerçekleştireceğiz, işleve girecek daha fazla teknik araç gereçle insan faktörünü en aza indireceğiz. Altyapı için kamuya büyük görev düşüyor" dedi Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) 33 şube başkanının katılımıyla Erzurum'da düzenlenen 74. Genel İdare Kurulu'nda konuşan Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, gümrük kapıları için önemli yatırımlar yapacaklarını belirterek, "Gümrüklerde etkinliği artıracak teknolojik yatırımlar yapacağız. Bu yolla insan faktörünü en aza indireceğiz. Bundan ne kastettiğimi hepiniz biliyorsunuz" dedi. En önemli 2023 hedefinin dış ticaret hedefi olduğunu aktaran Yazıcı, bunun altyapısı için kamuya büyük görev düştüğünü söyledi.
    Bakan Yazıcı, ocakta yürürlüğe girecek 'Hal Kanunu' ile yüzde 70'i kayıt dışı olan tarım ürünlerinin kayıt içine alınacağını söyledi. Bu yasayla birlikte Türkiye'de üretilen ve tüketime arz edilen tüm meyve sebzelerin hallere bildirilmek zorunda olacağını aktaran Yazıcı, bununla birlikte meyve sebze ticaretinin hallerin tekeline girmeyeceğini hatırlattı. Hal kayıt sistemi ile de hale giren ve satılan, sebzelerin miktarı ve fiyatının takip edilebileceğini anlatan Yazıcı, "Bu sayede üretim yapanların hakkı korunmuş olacak ve bu meyvelerin sevkiyatı sırasında meydana gelen zarar sona erecek. Ayrıca kayıt dışı azalacak" dedi. MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan ise, bundan 10 sene önce 30 milyar doları bulmayan ihracatın bugün bu rakamın 4 katı olduğunu söyleyerek, "Hedeflerimiz doğrultusunda 2023'te dış ticaretin 1 trilyon doları geçmesi için mutlaka altyapı yatırımlarına ağırlık verilmesi gerekir. Gümrüklerin dış ticaret için kilit nokta" dedi. Türkiye'nin insani ve fiziksel altyapısını geliştirmesi gerektiğini vurgulayan Vardan, son dönemdeki yatırımların iyi olduğunu ancak gelişen dünyada bu yatırımların devamlılığının önemli olduğunu aktardı.

    Sömürgeci Zihniyet Ameliyat Masasında
    Mersin'de yapılan Birinci Akdeniz Sanayi Yatırımları Zirvesi'nde konuşan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Libya gibi ülkelerin sadece yer altı zenginliklerine bakan Batılı ülkelerin bugün kriz nedeniyle ameliyat masasında olduğunu söyledi. Çağlayan, bu ülkelerin sömürge zihniyetinin hala devam ettiğini vurguladı. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası'nın (MTSO) ev sahipliğinde "Akdeniz'de Doğrudan Devlet Yatırımlarının Serbest Bölgeler ve Organize Sanayi Bölgeleri Aracılığıyla Artırılması" konulu Birinci Akdeniz Sanayi Yatırımları Zirvesi düzenlendi. Zirvenin açılışında konuşan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, toplantının çok önemli bir dönemde yapıldığına dikkati çekti. "Bu toplantı geçen yıl yapılsaydı veya bir yıl sonra yapılsaydı bu kadar değerli olmayabilirdi" diyen Çağlayan, dünyanın bir çok ülkesinin yaşam savaşı verdiğini kaydetti. Bazı ülkelerin de ameliyat masasında olduğunu, ameliyatın sonuçlarının da belli olmadığını vurgulayan Çağlayan, "Yunanistan'ın masadan kalkıp kalkamayacağı bilinmiyor. O ülkeye borç vermiş birçok ülkeyi de tehdit ediyor. Dünyanın başının belası işsizlik, dünya ekonomisi ciddi daralma eğiliminde" dedi. 2008'deki küresel krizin teğet geçtiği Türkiye'nin ise büyümesini sürdürdüğünü anlatan Çağlayan, Türkiye'nin elde ettiği bu kazanımlarını, başarılarını dostlarıyla paylaşmak istediğini vurguladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte, Mısır, Libya ve Tunus'a yaptıkları ziyareti hatırlatan Bakan Çağlayan, geçmişte Afrika'yı sömürmüş olanların, aynı zihniyetini devam ettirdiklerini söyledi. Geçmişteki alışkanlıklarını terketmeyen ülkenin Arap ülkelerine baktıklarında o bölgedeki yer altı zenginliklerini gördüğünü kaydeden Çağlayan, bu bölgede her zaman barışın ve huzurun devam etmesini isteyen, 600 yıl hiçbir şekilde sömürü yapmayan Osmanlı'nın torunlarının ise o ülkelere batılılardan farklı baktığını vurguladı. Bakan Çağlayan, "Batılı ülkeler yerin altındaki petrol ve zenginlikleri görürken, biz ise yerin üstündeki insan zenginliğini görüyoruz. Bizim için önemli olan o ülkelerdeki kardeşlerimizin barış ve huzur içinde yaşamalarıdır" dedi.

    Devlet Testi Kırılmadan Ailenin Yanında Olacak
    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Yalova Üniversitesi akademik yılı açılış törenine katıldı. 'Başvuru odaklı değil ihtiyaç odaklı çalışma modeli'ne geçeceklerini belirten Bakan Şahin, "Testi kırılmadan o ailenin yanında olmak gerek" dedi. Bakan Şahin, hükümet programında da yazan projeyi hayata geçirmek için çalışmalarını belirter şunları söyledi: "Bugün yaşadığımız birçok toplumsal olaya baktığımız zaman şiddet bir sonuç, cinayet bir sonuç. Asıl olan şey koruyucu ve önleyici tedbirleri devlet politikası haline dönüştürüp baştan olabilecek tehlikeleri önleyici mekanizmaları oluşturmak. Nasıl bir koruyucu hekimlik varsa, aile hekimliği uygulaması varsa biz her ailenin bir sosyal destek uzmanı olacağı yeni bir modeli hayata geçirmek istiyoruz."  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı  Fatma Şahin, her ailenin bir sosyal destek uzmanının olacağı yeni bir modeli hayata geçireceklerini belirterek, "Testi kırılmadan o ailenin yanında olmak gerek. Geleceğin Türkiye'si, sosyal hizmetleri iyi bilen, iyi kullanan bir yönetim anlayışında gizli" dedi. Bakan Fatma Şahin, Yalova Üniversitesi'nin 2011- 2012 akademik yılı açılış törenine katıldı. Raif Dinçkök Kültür Merkezinde düzenlenen açılış töreninde konuşan Bakan Fatma Şahin, bakanlığın yeniden yapılandırılarak icracı bir bakanlık haline getirildiğine dikkat çekti. Şahin, 2012 planlamasında yoksullukla mücadeleyi önemsediklerini, bu konuda TÜBİTAK ile birlikte yoksulluğun puanlaması çalışmasını yaptıklarını iletti. Şahin, yıl sonunda bitecek çalışmayla yoksulluğu dönem yoksulluğu ve kalıcı yoksulluk olarak ikiye ayıracaklarını da kaydetti.

    Sabah’ın bazı haber başlıkları:
    Gıdada ‘Karekod’ Dönemi Başladı
    Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Türkiye'de ilaç güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulan "karekod" sisteminin bir benzerini gıdada uygulamaya başladı. Et ürünlerinden, süt ürünlerine ve unlu mamullere kadar tüm sektörlerle ilgili ne tür denetimler yapıldığı, ürünün hangi çiftlikte yetişip market raflarına hangi aşamalardan geçerek ulaştığı gibi tüm aşamalar bir tuşla erişebilecek hale getirildi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi (GGBS) adını taşıyan uygulama ile tüm gıda işletmelerini sıkı takipte tutacaklarını belirtti. Vatandaşların güvenilir gıdaya ulaşımını sağlamak amacıyla bir ürünün hangi bölgede yetiştiğinden ne tür denetimlerden geçtiğine kadar tüm bilgilerin bu sisteme aktarıldığını ifade eden Eker, Türkiye çapında uygulamaya geçirilen bu sistemin gıda denetimi, planlaması ve veri değerlendirilmesi konularında yaşanan boşlukları kapatacağını, gıda tüketimiyle ilgili bireylerin maruz kaldığı risklerin belirleneceğini söyledi. GGBS sistemi, kaçak ilaç satışının önüne geçmek ve ilaç güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulan "karekod" uygulamasının bir benzeri gibi çalışıyor. 81 ilde uygulanacak bu yöntemle tüm işletmeler ortak bir sistemde kayıt altına alınıyor.

    Ceziri de Türkçeleşiyor
    Kültür ve Turizm Bakanı Günay, Ahmed-i Hani'nin manzum eseri Mem-u Zin'den sonra Kürt şair Ceziri'nin Divan'ının da Türkçe'ye çevrileceğini açıkladı. Günay "Toplum olarak renk ahenk' olmalıyız" dedi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kürtçe'den Türkçe'ye çevrilerek yayımlanan Ahmed-i Hani'nin manzum eseri Mem-u .Zin'den sonra Kürt tasavvuf edebiyatının dünyaca kabul görmüş ismi Molla Ahmed-i Ceziri'nin "Divan"ını da Türkçe'ye çevirmeye hazırlandıklarını açıkladı. Ceziri'nin eserleri üzerinde uzman ekibinin ciddi bir çalışma yürüttüğünü belirten Günay, "Bir tabloda ne kadar renk varsa o, o kadar güzeldir. Ahenk diye bir söz vardır. Bence toplum olarak 'renk ahenk' olmalıyız" diye konuştu. Çok kültürlülükten yana olduklarını belirterek, Anadolu'da bir kültür varsa o kültürü yok veya asimile etmemek için çalıştıklarını vurgulayan Günay, gönüllü yurttaşlık düzeninde bir yerde yaşamanın önemini kaydetti. "Mevlana'nın dergâhım pırıl pırıl yaptığım gibi, Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi'ni yerdeki kiliminden tavandaki avizesine kadar yeniledim" diyen Günay, bütün inançların Türkiye topraklarına ait kutsal değerler olduğunu ve bu değerleri yaşatmak için çabaladıklarını ifade etti. Günay, yeni döneme ilişkin yapılacak çalışmalar hakkında şunları söyledi: ? Mem-u Zin önemli destanlarımızdan birisi. Güzel bir çalışma oldu. Şimdi de Kürt tasavvuf edebiyatının önemli şairi Molla Ahmed-i Ceziri'nin Divan isimli eserini Türkçe'ye çevirmeye hazırlanıyoruz. Bu konuda edebiyat tarihini iyi bilen uzman bir ekip, ciddi bir çalışma yürütüyor. Aklımızda Faki Tayran da vardı. Kürtlerin Yunus Emre'si deniliyor ona. Fakat Tayran'la ilgili tıpkı basım yapabileceğimiz eski eser bulamadık.  Bir de Süryani eseri yayınlamak istiyoruz. Uzmanlarla bu konuda çalışıyoruz. Aynı anda Şeyh Bedrettin'le, Gazali'yle ilgili de çalışmalar sürerken, Yunus Emre de benim hayalimdi. İnşallah bu yıl bitmeden çok güzel bir Yunus Emre çıkacak ortaya.  Farklılıklarımız bizi koparmaya değil bir arada tutmaya vesile olsun. Bir tabloda ne kadar renk varsa o kadar güzeldir. Kapkara ya da bembeyaz bir tablo değil, rengarenk olanı makbuldür. Ahenk diye bir söz vardır. Bence toplum olarak da 'renk ahenk' olmalıyız. Türk Hükümeti bu konuda asla ayrım yapmıyor.

    Akşam’ın bazı haber başlıkları:
    Dünyanın ‘Tezi’ Oldu
    İktidarda 9 yılı geride bırakan Başbakan  Erdoğan, Türkiye'den 60, dünyadan 50 akademisyenin yüksek lisans ve doktora tezine konu oldu. Ak Parti  TBMM Grup Başkanvekili Mahir Ünal, ABD’den İngiltere’ye Yunanistan’dan Mısır’a kadar çeşitli ülkelerdeki ve Türkiye’deki Üniversitelerde biten tezleri, kitaplaştırmak için topladıklarını söyledi.

    Yüreğimiz Yanıyor
    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül, dün Uluslararası Rumi Bedensel Engelliler Oturarak Voleybol Turnuvası ödül töreni için Konya'daydı. İlk olarak Mevlana Müzesi'ni ziyaret eden Gül, ardından da Pervari şehitlerinden jandarma er Halil İbrahim Türkmen'in ailesine taziye ziyaretinde bulundu. Acılı aileye başsağlığı dileyen Gül, "Yüreğimiz yanıyor. İnşallah bu son olsun. Başka ailelerin yüreği yanmasın" dedi. Yaklaşık 1 saat süren ziyarette Gül, şehidin 8 yaşındaki kardeşi Nermin Türkmen ile yakından ilgilendi.

    Star’ın bazı haber başlıkları:
    Çağlayan’dan Suriye’ye Sert  Mesaj
    Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Suriye'nin Türkiye'den gerçekleştirdiği her türlü ürünün ithalatını durdurma kararı aldığı yönündeki haberlere ilişkin, "Bu bana göre üzerinde düşünülmemiş, üzerinde iyi çalışılmamış, sonuçlan iyi değerlendirilmemiş bir düşünce" dedi. Bakan Çağlayan, '1. Akdeniz Sanayi Yatırımları Zirvesi'nin ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Suriye'nin Türkiye'den ithalatını durdurma kararı aldığı yönündeki haberlerin hatırlatılması üzerine Çağlayan "Ben ümit ediyorum ki, bu yanlış uygulamadan çok çabuk vazgeçerler. Yoksa bunu bir ekonomik yaptırıma dönüştürme gibi bir çaba içine girerlerse, tabii kimsenin de eli boş değil. Yani bu konuda bir yaptırıma karşı bir yaptırım etkisi olabilir. Ama umut ediyorum ki, böyle bir hata yapmaktan vazgeçecekler" dedi. Suriye ile Türkiye arasında serbest ticaret anlaşması olduğuna işaret eden Çağlayan, bu kararda en büyük ekonomik zararı Suriye'nin göreceğini dile getirerek "Dış ticareti son derece sığ olan Suriyelilerin yaptığı ihracata herhangi bir şekilde bizim getireceğimiz karşı bedeller, Suriye ekonomisini allak bullak eder" dedi. TİM: Bütün ülkeleri kapsıyor Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi de Suriye'nin ithalat yasağı kararını sadece Türkiye'ye değil, Arap ülkeleri dahil tüm ülkelere yönelik olduğunu söyledi. Büyükekşi "22 Eylül'deki bir kararla gümrük vergisi yüzde 5'in üzerinde olan malların ithalatı yasaklandı. Gazetelerde konu ile ilgili yer alan haberler, sadece Türkiye'ye yönelik olduğu şeklinde bir algı yaratmaktadır. Karar tüm ülkelere yöneliktir" dedi.

    Mahalli İdareler Artık ’Kara Delik’ Değiller
    Maliye Bakanı Mehmet Simsek, mahalli idarelerin yılı bütçe fazlası vermesinde hükümetin uygulamalarının etkili olduğunu belirtti. Yıllarca ekonominin kara delikleri arasında yer alan yerel yönetimlerin bütçe fazlası yılın ilk yarısında 5.3 milyar liraya ulaştı. Harcamaları nedeniyle uzun yıllar ekonominin 'kara delikleri' arasında görülen ve çoğunlukla giderleri gelirlerinden fazla olması nedeniyle 'iki yakası bir araya gelmeyen' mahalli idareler 'kötü şöhretlerini' siliyor. Mahalli idareler önemli bir bütçe performansına ulaştı. Mahalli idarelerin bütçe fazlası, ilk yarıda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 125 artarak 5.3 milyar liraya ulaştı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2010 yılı başından itibaren bütçe fazlası vermeye başlayan mahalli idarelerin, fazla verme trendini artırarak devam ettirdiğini söyledi. Bakan Şimşek, Ocak-Mart döneminde 2.8 milyar TL olan mahalli idareler bütçe fazlasının, Ocak-Haziran döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 125 artarak 5.3 milyar TL'ye yükseldiğini ifade etti. Şimşek "Bu gelişmede hükümetimizin 2008'den itibaren uyguladığı, merkezi yönetim vergi gelirlerinden bu idarelere daha fazla kaynak aktarma politikası, ekonomideki iyileşmeye bağlı olarak artan vergi tahsilatı ve 2009'da Maliye Bakanı görevini devraldığımda belediye başkanlarına yapmış olduğumuz mali disiplin uyanları belirleyici olmuştur" dedi.

    Zaman’ın bazı haber başlıkları:
    Balkanlar, Avrupa'nın Barış Havzası Olmalı
    Makedonya'nın bağımsızlığının 20. yıldönümünde bu ülkeye giden Başbakan Tayyip Erdoğan, dün katıldığı programlarda halkın sevgi gösterileriyle karşılandı.
    Başkent Üsküp'te Balkan Üniversitesi'nde konuşan Erdoğan, büyük acıların yaşandığı Balkanlar'da barış ikliminin yakalandığına dikkat çekti. "Balkanlar'ı Avrupa'nın kıyısında değil, kalbinde bir barış ve refah havzası olarak görmek istiyoruz." dedi. Cuma namazını Kalkandelen'deki tarihi Alaca Camii'nde kılan Başbakan, ardından caminin yanında onarımı tamamlanan kız Kur'an kursunun açılışını yaptı. Konuşmasında ise camilerin etnik grupların değil, tüm Müslümanların ortak yeri olduğunu vurguladı: "Arap'ın, Acem'in camisi farklı olamaz. Hepsi aynı kıbleye dönüyor."
    Başbakan Erdoğan, Üsküp'teki temasları sırasında, siyasî yasaklıyken ziyaret ettiği tarihî Mustafa Paşa Camii'nde incelemelerde bulundu. Daha önce imzaladığı ve duygu yüklü ifadeler yazdığı anı defterine bir kez daha not düşen Erdoğan, emeği geçenleri tebrik etti. Osmanlı Veziri Mustafa Paşa tarafından 1492'de yaptırılan ve Üsküp'teki en önemli Osmanlı eseri olarak gösterilen camiyi Başbakan Erdoğan siyasî yasaklı olduğu 16 Haziran 2000 tarihinde ziyaret etmişti. Erdoğan, caminin anı defterine duygularını şöyle yazmıştı: "Türkiye'den 27 kişilik özel bir heyetle Makedonya'ya geldik. Tarihimizi gördük. Tarihimizin geçmişten geleceğe taşıyıcısı mümin kardeşlerimizi gördük. Heyecanımız sonsuz. Sevdamız sonsuz. Hele hele cuma namazındaki hazzımızın ifadesi zor. Allah ibadetlerimizi kabul etsin. Ya Rab! Birliğimizi beraberliğimizi ziyade eyle! Gücümüzü ziyade eyle! Mazlumlara yardım eyle! Ya Rab! Bizi yalnız koyma! Bu muhteşem eserin banilerine rahmet eyle! Yaşatanlara güç lütfeyle..." Başbakan, gezisi sırasında Türk ve Arnavutların yaşadığı Vrapçişte köyünü de ziyaret etti. Burada TİKA tarafından yaptırılan 24 derslikli okul binasının açılışını yapan Erdoğan, köy halkından üç çocuk istedi. Vrapçişteliler ise "Beş, beş" diye tempo tuttu. Erdoğan da, bunun üzerine şu karşılığı verdi: "O daha iyiymiş. Atalarımız 8, 10, 15 çocuk yapıyormuş. Daha iyi oluyordu."

    Yerli Otomotiv İçin 500 Milyon Dolar Yeter
    20-25 bin liraya mal olması planlanan yerli otomobil için 2,5-3 milyar Euro'luk yatırım gerektiğini iddia eden sanayiciler, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün'ü kızdırdı. Rakamı çok abartılı bulan Bakan Ergün, Türkiye'nin en fazla 500 milyon dolarlık bir yatırımla bu işi gerçekleştirebilecek altyapı, insan kaynağı ve sermayeye sahip olduğunu vurguladı.
    Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Otomotiv Sanayii Derneği'nin (OSD) hazırladığı yerli otomobil raporunu eleştirerek, "Bu iş için yazıldığı gibi 2,5-3 milyar Euro'luk bir yatırıma ihtiyaç yok, bu rakamlar çok abartılı." dedi. Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu'nun (TÜRKKONFED) Ordu'da gerçekleştirdiği başkanlar kurulu toplantısına katılan Bakan Ergün, konuya ilgisinden ötürü OSD'ye teşekkür ederken, Türkiye'nin en fazla 500 milyon dolarlık bir yatırımla bu işi gerçekleştirebilecek altyapı, insan kaynağı ve sermayeye sahip olduğunu vurguladı. Ülkedeki 50 yıllık otomobil altyapısının önemine işaret eden Ergün, Çin ve Hindistan'ın yaptığı otomobillerin benzerlerinin Türk toplumunu tatmin etmeyeceğinin ve Türk halkının daha kaliteli modeller beklediğinin de altını çizdi.
    Türkiye'de çiftçilerin yüzde 80'inin içeride üretilen traktörleri kullandığını, otomotiv tüketiminde ise yerli üretimin payının sadece yüzde 30 olduğuna işaret eden Bakan Ergün, "Türk tüketicisinin yüzde 70'i ithal otomotiv tercih ediyor. Birkaç yıl içinde yıllık otomobil satışı 1 milyona çıkacak. Oran yüzde 30'da kalsa bile yıllık 300 bin otomobil eder. Onun için gelin bu yatırımı yapın. Bu talepten pay alan siz olun." çağrısı yaptı. Konuşmasında cari açık meselesine de değinen Bakan Ergün, yerli bir otomobil markasına sahip olmanın cari açık açısından da çok önemli olduğunu vurguladı. Cari açığın bir ticaret değil, üretim sorunu olduğunun da altını çizen Ergün, üretim kalitesi ve katma değerli üretim arttıkça rekabet gücünün de artacağı ve cari açığın azalacağına işaret etti. Hükümetin artık ekonomide yapısal reformlara ve cari açığa odaklandığının altını çizen Ergün, yeni dönemde bu sorunların çözüm sürecine gireceğini vurguladı.

    'Zorunlu Bağış' Alan Okullar Milli Eğitim'in Takibinde
    Her eğitim yılında yaşanan kayıt parası krizi bu sezon da veli ve öğretmenleri karşı karşıya getirdi. Türkiye'nin hemen her ilindeki okullarda binlerce TL'ye varan kayıt paraları istendi.
    Veliler, okul yönetimi veya okul aile birliklerinin istediği zorunlu bağışlar karşısında zor duruma düştü. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), velilerden zorla bağış isteyen okulları gözlem altına aldı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, il valiliklerine gönderdiği 'Öğrenci Kayıt ve Kabullerinde Bağış Alınması' başlıklı genelgeyle, velilerden para alan görevlilerin tespit edilip kişisel hesaplarının incelenmesini istedi.
    Okulların mali yapısını mercek altına alan bakanlık, özellikle, okullarda kayıt dönemi öncesinde velilerden para alınıp alınmadığı konusunu titizlikle inceleyecek. Bunun için sahaya çıkan denetmenler, okul ve aile birlikleri hesaplarını tek tek kontrol edecek. Yaptığı araştırmalar sonucunda usulsüzlük yapan idareci ve görevliler hakkında soruşturma açılacak. Uygulamada ilk adım Ankara'da atıldı. 207 eğitim denetmeni ildeki tüm okullarda inceleme başlattı. Ankara Milli Eğitim Müdürü Kamil Aydoğan, denetçilerle bir araya gelerek, denetim konusunda hassas olunmasını istedi.

    Bugün’ün bazı haber başlıkları:
    Türkiye’nin En Büyük Online Bilet Sitesi Açıldı
    Türkiye'deki tüm havayolları şirketlerinin biletlerinin satın alınma işlemlerinin ve otel rezervasyonlarının online yapılmasına olanak sağlayan biletpazari.com isimli internet sitesi kullanıma açıldı. ARK Grup bünyesinde kurulan sitenin açılışını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay gerçekleştirdi. Bakan Günay, Türkiye'de turizmin artık özel sektör eli ile yürütüldüğünü, bakanlığın da sadece denetleme görevini sürdürdüğünü söyledi. Bu anlamda, bakanlık olarak özel sektörü teşvik ettiklerini, yeni adımlar için desteklediklerini açıklayan Günay, tek şartlarının kalite olduğunu ifade etti. Özellikle yeni kurulan biletpazari.com sitesinin tüm dünyada giderek yaygınlaşan, online hizmetlerini Türkiye'de geliştirmesini desteklediklerini açıkladı. Bu arada sitenin açılışını Bakan Günay, bilgisayarın başına oturarak gerçekleştirdi. Günay, Ali Rıza Koç'un memleketi olan Erzurum'a 3-5 Ocak 20Î2 tarihleri için gidiş dönüş uçak biletini internet üzerinden kendi aldı.

    Başbakan Güney Afrika Yolcusu
    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3-5 Ekim tarihlerinde Güney Afrika'ya gidiyor. Ziyaret sırasında üst düzey ikili temasların yanı sıra, ikili ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik anlaşmalar imzalanacak, iki ülke işadamları için iş forumu düzenlenecek.

    Haber Türk’ün bazı haber başlıkları:
    ‘Kıbrıs’ın Statüsü Nedeniyle Anlaşma İmzalamadık’
    Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Akdeniz'de petrol ve gaz aramak için bugüne kadar münhasır bölge anlaşması yapılmamasının nedenini Kıbrıs'ın statüsünün netleşmemesine bağladı. Akdeniz'de Rumlar'ın İsrail ve Mısır ile Münsahır Ekonomik Bölgesi Sınır Anlaşmalar imzaladığı, Türkiye'nin bunları sadece seyrettiği şeklindeki yorumları değerlendiren Güler "O bölgede denizdeki alanların tümü Hazar'daki gibi sorunlu alanlar. O nedenle bugüne kadar münhasır bölge anlaşması yapmadık" dedi

    Sığınan Kadına Özel Öğretmen Geliyor
    Sığınma evlerinde kalan kadınlar için 'öncelik gizlilik' talimatıyla "okuma-yazma" seferberliği başlatıldı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, sığınma evlerinde kalan kadınlar için çalışmalarını hızlandırdı. Kadınların sosyal yaşamdan kopmamaları için iş olanakları sağlanması yönünde de çalışmalar yürüten Şahin, sığınma evlerinde kalan kadınların yüzde 17'sinin okuma-yazma bilmediğini öğrenince seferberlik başlattı. Yeni yapıya göre okuma yazma bilmeyen kadınların profilini çıkartan hizmet uzmanlarınca okuma-yazma seviyelerine göre öğretmen temin edilecek. Bu öğretmenler illerde bulunan norm kadro fazlası öğretmenlerden, öncelikli olarak gönüllülük esası çerçevesinde seçilecek. Bir sığınma evinde en az 8 kadın okuma-yazma bilmiyorsa, oraya öğretmen görevlendirilecek. Sığınma evlerine gelecek öğretmenlere gizlilik protokolü imzalatılması gündemde.

    Taraf’ın bazı haber başlıkları:
    Meclis’te Anayasa Maratonu
    TBMM iki buçuk ay aradan sonra yasama faaliyetine başlıyor. Yeni dönemde anayasa çalışmaları en yoğun gündem olacak. Yeni anayasa için ilk adım, bu hafta Uzlaşma Komisyonumla atılacak TBMM Genel Kurulu, 24. Dönem ikinci yasama yılının başlaması nedeniyle bugün özel gündemle toplanıyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in sunuş konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genel Kurul'a hitap edecek. Gül'ün konuşmasının ardından, BDP'li milletvekilleri yemin edecek. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen 1 ekim resepsiyonu ise son günlerde çatışmalarda yaşamını yitiren vatandaşlar nedeniyle gerçekleştirilmeyecek. TBMM Genel Kurulu'nu ilk haftasında önemli düzenlemeler bekliyor. En önemli gündem maddesi, sınır ötesi operasyon konusunda Hükümete verilen yetkiyi bir yıl daha uzatan tezkere olacak. Hükümete verilen yetki süresi 17 ekim'de doluyor. Tezkerenin 5 ekim Çarşamba günü görüşülmesi bekleniyor. TBMM İçtüzüğü'nde "kadınların tayyör" giymesinin yanı sıra "ceket ve pantolon giymesi'ne de imkan tanıyan düzenleme gündeme gelecek. Teklifte, ayrıca İçtüzük'teki "bayan" ibaresinin de "yaygın olarak kullanılan ve mevzuata uygun olan "kadın" ibaresiyle değiştirilmesi" de yer alıyor. Uzlaşma komisyonu Yeni yasama yılı, yeni Anayasa çalışmalarına da hız verecek. Bu amaçla TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Mecliste grubu bulunan siyasi partilere birer yazı göndererek, Uzlaşma Komisyonu için ikişer üye bildirmelerini isteyecek. Grupların üyelerini bildirmesiyle Anayasa Uzlaşma Komisyonu da kurularak çalışmalarına başlayacak. Yeni dönemde yenilikler Yeni yasama yılında bazı yenilikler olacak. Meclis basın koridorunda bulunan basın toplantı salonu yenilendi. Yeni düzende basın toplantısı düzenleyen milletvekili, konuşmasını kürsüden yapacak. Erkek milletvekillerinin kullandığı berber salonu yenilenirken, kadın milletvekilleri için ana binada yeni bir kuaför salonu hizmete girdi. Bu salondan sadece kadın milletvekilleri yararlanacak. Yeni düzende, TBMM Genel Kurulunun yayınlarının Meclisin içinde kapalı devre olarak internet üzerinden izlenmesi hedefleniyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni yasama yılının açılışı dolayısıyla TBMM Genel Kurulu'na hitaben yapacağı konuşmasında, yeni anayasa çalışmaları, terörle mücadele, Türkiye ekonomisi ve ülkenin dış politikasıyla ilgili görüş ve değerlendirmelerini aktaracak. Cumhurbaşkanı Gül, "Benim önemli konuşmalarım Meclis açılışında yaptığım konuşmalardır" diyerek bugün yapacağı konuşmaya dikkat çekti. Gül'ün konuşmasında, yeni anayasa süreci geniş yer bulacak. Gül'ün, konuşmasında yer bulacak bir diğer başlık ise son dönemde artan çatışmalar olacak. Türkiye-AB ilişkileri ve dış politika Cumhurbaşkanı Gül'ün konuşmasında yer vereceği başlıklar arasında olacak. Gül, özellikle "Arap Baharı" sürecinde Türkiye'nin üstlendiği rolü ve bölgede yaşanan gelişmelere ilişkin tutumunu değerlendirecek.

    Somali’de Açlığı Türkiye İle Yendik
    Somali Devlet Başkanı Şeyh Şerif Ahmed, Türkiye’den ülkesine gönderilen yardımlardan duyduğu memnuniyeti belirterek, "Türk halkı bizimle omuz omuza durdu. Biz de bu duruş sayesinde zorlukların üstesinden geleceğimize inanıyoruz. Somali halkı bu tarihi yardımı unutmayacaktır" dedi. Ahmed, Başkanlık misafirhanesinde ülkesine yapılan yardımlara ilişkin soruları birçok şeyin değiştiğini ifade eden Ahmed, "Başta Somali halkının ruh hali olmak üzere birçok şey olumlu yönde değişti. Türkiye'nin yardım girişimleri, uluslararası toplumu, Türk hükümetinin ve Türk halkının attığı adımları takip etme konusunda da cesaretlendirdi" diye konuştu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ülkesini ziyaret ettiğini anımsatan Ahmed, “Bu ziyaret, iki ülke arasında uzun geçmişe dayanan tarihi bağları da kanıtladı” ifadesini kullandı. Türkiye'nin yardımları Başbakan Erdoğan'a ziyareti sırasında ailesinin de eşlik ettiğini hatırlatan Ahmed, "Erdoğan'ın bu ziyareti sözlerden ibaret değildi, eylem ve faaliyet de vardı" diye konuştu. Türkiye'nin yardım elini uzatmasından önce Somali'nin karşı karşıya kaldığı insani dramın çok büyük boyutlarda olduğunu vurgulayan Ahmed, "Türkiye'nin ve daha sonra Türkiye'yi takiben bir kısım uluslararası toplumun sağladığı yardımlar, gerek açlıktan ölen gerek aç insan sayısını azalttı. Ancak halen yapılması gereken çok iş var ve daha fazlasını yapmamız gerekiyor" dedi.


    Hürriyet’in bazı haber başlıkları:
    Kadın Tasarısı Haftaya Kurul’da
    Aile ve Sosyal Politikalar Bakam Fatma Şahin, kadım korumaya yönelik hazırladıkları temel yasanın tamamlandığını, önümüzdeki hafta tasarının Bakanlar Kurulu'na sevk edileceğini bildirdi. Şahin, "Kadım medeni durumuna bakılmadan koruyacağız" dedi.

    Platini’den Teşekkür Mektubu
    Beşiktaş-Tel Aviv maçındaki kusursuz organizasyona UEFA Başkanından övgü geldi. Michel Platini, tüm siyasi gerginlik ve toplumsal hassasiyete rağmen kamuoyunu sağduyuya davet eden mesajları ve başarılı organizasyonu nedeniyle Gençlik ve Spor Bakam Suat Kılıç'a bir teşekkür mektubu yolladı. Türkiye'nin bu konuda UEFA ile yaptığı işbirliğinden doğan memnuniyetin altının çizildiği mektupta şu ifadelere yer verildi: "UEFA Birinci Başkan Yardımcısı Sayın Şenes Erzik tarafından, Beşiktaş-Tel Aviv müsabakasına katılımınız ve takibiniz ile birlikte olası bir sıradışı hadiseye mahal verilmemesi hususundaki çabalarınız konusunda bilgilendirilmiş bulunmaktayım. Müsabaka öncesi süreçte ortaya çıkan yüksek siyasi gerginlik ve toplumsal hassasiyete rağmen, maça katılımınız, her iki takınım oyuncuları, teknik ekibi ve yöneticileriyle birlikte kamuoyuna da yönelik takdire şayan mesajlarınızla, maçın pürüzsüz bir şekilde oynanmasına büyük katkı sağlamış bulunmaktasınız. Bu nedenle, maçın emniyetli ve kazasız bir şekilde atlatılmasına yönelik kişisel gayretinizi özellikle takdir etmek ve size teşekkür etmek istedim. Umuyorum ki bu güzel işbirliğimizi, hem Türk futbolunun, hem de Avrupa futbolunun çıkarları adına gelecekte de devam ettirebiliriz."

    Milliyet’in bazı haber başlıkları:
    AB’den Vize Kolaylığı Sözü
    AB Komisyonu'nun İçişlerinden Sorumlu Temsilcisi Cecilia Malsmtröm, Türklerin vize alma sürecinde yaşadığı zorlukları minimize etme konusunda söz verdi. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Stockholm'de Avrupa Parlamentosu'ndaki temaslarının ardından dün Atatürk Havalimanında gazetecilere şu açıklamayı yaptı: “AB Komisyonu'nun İçişlerinden Sorumlu Temsilcisi Cecilia Malsmtröm, sonbahardan itibaren vatandaşlarımızın vize alma sürecinde yaşadığı zorlukları minimize etme konusunda bir söz verdi. AB'nin artık daha uzun süreli ve daha bol giriş çıkışlı vizeler verme, vize verme ücretlerini azaltma ve bazı durumlarda tamamen ortadan kaldırma, Türkiye'nin farklı yerlerinde vize merkezleri kurarak, vatandaşlarımızın İstanbul veya Ankara'ya gitmek zorunda kalmasına mani olma, bizzat gidip almak yerine kurumlar aracılığıyla vize almalarına imkan sağlama, bazı meslek gruplarına, öğrenci, sporcu, sanatçı, özellikle iş adamlarımıza yönelik vizeleri kolaylaştırma konusunda birtakım adımlar atacaklarını söyledi. Eğer bu yönde bir adım atılırsa biz de ilerde vizelerin tamamen kalkması hedefimize yönelik bazı gelişmeleri birlikte paylaşacağız. Ümit ederiz ki milletimiz, devletimiz için hayırlı olur. Sürecin sonbaharda başlayacak. Bir an evvel başlaması gerekiyor. Şu andan itibaren takibini yapacağız.”

    Vatan’ın bazı haber başlıkları:
    Üniversiteler İlelebet Hazineye Bağımlı Olamaz
    Fırat Üniversitesi'nin 2011-2012 akademik yılı açılışına katılan Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, "Türkiye'deki üniversiteler hazineye bağımlı. Bu bir süre için olabilir. Ama bunun ilelebet devam etmesini beklemek doğru değil" dedi. Elazığ'da Fırat Üniversitesi'nin  2011-2012 akademik yılı açılışına katılan Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Türkiye'deki üniversitelerin hazineye bağımlı olduğunu belirterek "Bu belli bir süre için olabilir. Bir gelişme, kalkınma sürecinde halkımız bu fedakârlığı yapabilir. Çünkü halkın vergileriyle ödeniyor bu paralar. Ama bunun ilelebet devam etmesini beklemek doğru değil" dedi. Törende konuşan Yılmaz, üniversitelerin içinde bulunduğu toplumu çok iyi analiz etmesi gerektiğini, bunu yapamayan üniversiteyi başarılı olarak kabul etmenin mümkün olmadığım ileri sürdü. "Sağlıklı bir zemin değil" Bakan Cevdet Yılmaz, akademisyenlerin ticari düşünerek ülkeye katkı sağlamak ve kendilerini geliştirmek zorunda olduklarım belirten Yılmaz şunları söyledi: "Bu kültürü değiştirmemiz lazım. Değişmeye başladı çok şükür. O eski dönem gibi değil. Ama çok daha güçlendirmemiz ve projecilik kültürüyle de bütünleştirmemiz lazım. Bunu yaptığımız zaman üniversitelerimizin öz gelirleri de artacaktır. Öz gelirleri artanın öz güveni artacaktır, özgürlükleri artacaktır. Hem hazineden bütün parayı alacaksınız hem de ben özerk olacağım diyeceksiniz. Buna tabii saygı duyuyoruz ama bunun çok sağlıklı bir zemin olmadığım hepiniz takdir edersiniz zannediyorum."







  • KÖŞE YAZARLARI

    STAR GAZETESİ
    FEHMİ KORU
    Anayasa için hazır mıyız?
    Nihayet sıra yeni anayasaya gelebildi. Türkiye’de son birkaç yıldır yaşanan ciddi sıkıntılar ve atlatılan büyük badirelerin hemen hepsi iktidar partisinin anayasayı yeniden yazma niyetiyle ilgiliydi. Bu yüzden kaç darbe girişiminin akamete uğradığını, kaç kanlı eyleme maruz kalındığını, kaç suikasttan son anda kurtulunduğunu hiç bilemeyeceğiz.
    Bilmemiz gerektiği kadarını bilelim yine de: Anayasayı yenileme uğruna pek çok badire atlatıldı.
    Yeni çalışma yılına yenilenmiş üyeleriyle başlayacak olan TBMM’nin faaliyet takviminin ilk maddesinin anayasa olacağı anlaşılıyor. TBMM’nin yeni başkanı Cemil Çiçek parti yetkilileriyle ‘yeni anayasa’ konusunu görüştü; Ak Parti bu amaçla izlenecek yolla ilgili düşüncelerini Meclis’te temsil edilen diğer partilere aktarıyor.
    Şu ana kadar gelen mesajlar çok olumlu. İşin nezaketini göz önünde tutarak yine de ihtiyatlı olmakta yarar var.
    Aslına bakılırsa ‘yeni anayasa’ konusunda ne yapılması gerektiği belli. Şimdiye kadar yazılmış anayasalar gibi uzun da tutulsa, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi temel ilkelerle sınırlanıp teferruattan da kaçınılsa sıkıntı doğurabilecek konu değişmiyor: “Anayasa bireye karşı devleti mi, yoksa devlete karşı bireyi mi kollayacak?”
    Cumhuriyet döneminde çıkan bütün anayasalar devlet-öncelikli yazılmış metinlerdir...
    Oysa ilk anayasamız olan 1921 tarihli 23 maddelik ‘Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’ savaşı yöneten Meclis’i ve onun dayanağı olan milleti öne çıkarıyordu. Padişahın olağanüstü geniş haklarını tebasıyla paylaşması anlayışı üzerine oturan 1876 tarihli Osmanlı Devleti’nin ‘Kanun-u Esasi’ adını uygun gördüğü anayasa bile, birey-devlet ilişkisi açısından 1982 Anayasası’ndan geri değildir.
    Herhalde yeni anayasanın, başta özgürlükler, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler açısından geçmiş anayasalardan daha ileride olması beklenir. Öyle de olmalıdır.
    Ülkemizde bugün hangi alanlarda sorunlar yaşandığını hepimiz biliyoruz. Biliyoruz, çünkü o sorunlar hepimizi bir biçimde etkiliyor. 12 Eylül (1980) darbesini gerçekleştiren beş general, ‘Danışma Meclisi’ adı altında çalıştırdıkları bir gruba yazdırdıkları anayasa metnine son müdahale hakkını ellerinde tutmuştu. Pek çok maddesi süreç içerisinde değiştirilse bile, eldeki anayasanın vesayetçi özelliği her yerinden sırıtıyor.
    Bir tür ‘deli gömleği’ gibi bir anayasayla idare ediliyoruz yıllardır... Kimileri “Yasama meclisi anayasa yazamaz” diyor ve mutlaka bir danışma meclisi kurulmasını şart koşuyor ya, 1982 Anayasası o yöntemin yanlışlığının tanığı olarak karşımızda duruyor. Sonunda halka sunulacak yeni anayasayı, tam temsil gücüne sahip bugünkü TBMM yazamayacak da ordan burdan derlenmiş bir grup mu yazacak?
    Partilerin şu ana kadar sergilediği sorumlu tavır umut verici: Anayasası darbeyle iktidara ulaşmış askerler tarafından yazılan, feshi de bir başka darbeyle işbaşına gelmiş başka askerler tarafından yapılıp yenisi yine onlar tarafından yazılan bir ülkenin mâkûs talihi bu defa değişecek gibi. Bu umudu boşa çıkartmamak da herkesin yararına.
    Meclis’in gongu bugün yeni anayasa için de çalıyor olacak.

    HABER TÜRK GAZETESİ
    YİĞİT BULUT
    Avrupa topraklarında Türk Devleti adına bir ilk: 'Osmanlı torunlarını selamlıyorum'...
    Başbakan Erdoğan'ın Makedonya gezisinde söyledikleri içinde, Türk kamuoyuna en ilginç gelebilecek ve en çok tartışılacak cümleyi yukarıda "başlık" olarak sizlere aktardım...
    Avrupa Birliği'ne "şirin" görünmek için son birkaç yıla kadar geçmişini "inkâr eden" Türkiye, şimdi Başbakan'ı ile "Osmanlı torunlarını" selamlıyor! Sevgili dostlar, Türk kamuoyu kendi döngüsü içinde "devam ederken", Erdoğan "Arap Baharı" turu sonrası çok ilginç ve önemli hamlelerine devam ediyor. Aslında bu geziye "Balkan Baharı" demek mümkün! Erdoğan'ın Kalkandelen'de kurduğu üç cümle, bu topraklarda ve Türkiye'de çok tartışılacak ve özellikle birincisi buralarda kalıcı olacak...
    Nedir bu cümleler derseniz, şöyle özetleyebilirim: 1- Osmanlı torunlarını selamlıyorum, 2- Partimi kurmadan önce buralara geldim ve kardeşlerimizin de hayır dualarını aldım, 3- Şehitler ölmez, vatan bölünmez...
    Sevgili dostlar, bu bölgede "tepelere zorla dikilen haçların" altında yaşayıp, camilerini asla susturmayan, Türkiye'deki gibi bakan ve yaşatan binlerce insana hitaben söylenen yukarıdaki cümleler bence çok önemli ve çok iyi analiz edilmesi gereken mesajlar içeriyor...
    Türkiye ne yapmaya çalışıyor, nasıl bir strateji izliyor, nereye koşuyor? Bence bu soruları Türk kamuoyunun ciddiyetle sorma ve sorgulama zamanı geldi... Atılan adımları hâlâ görmeyenler, anlamayanlar ve anlamak istemeyenler varsa, detaylara çok iyi baksınlar...
    Sonuç: Yazı yazmaya çok vaktimiz olmadığı için fazla uzun tutamayacağım, Türkiye'ye döndüğümüzde bu sorgulamayı yapmak isteyenlerin önüne düşeceğimi taahhüt ederek bitiriyorum.
    Bitirirken bir de not düşeyim: Başbakan konuşmasını "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" diye bitirince yanımdakiler hep bir ağızdan aynı soruyu sordu: Burada bu cümle ne anlama geliyor? Ne olduğunu hâlâ göremeyenlere "Türk Devleti"nin YENİ VATAN algılamasını dikkatli takip etmelerini öneriyorum...
    Not: Türkiye'nin "AB yolu" olmadığı artık çok açık... Türkiye, AB'nin parçası olmak için değil, AB'ye alternatif olma yolunda ilerliyor. Fakat AB'ye zamanında yapmış olduğu yatırımlardan dolayı "AB'den alacakları var"...
    Bu yolda, bu borcu tahsil etme sürecinde, Egemen Bağış elinden geleni yapıyor ve bu çabasını sürdürüyor. Bu bağlamda Türk kamuoyunun "AB'ye üye olmak anlamında değil", AB'den alacaklarımızı tahsil etmek için kendisine yardım etmesi, destek olması gerekiyor.
    Yeni Türkiye yola çıktı ama "yatırdıklarımızı da" onlara bağışlayacak değiliz...

    ZAMAN GAZETESİ
    ABDÜLHAMİT BİLİCİ
    İsrail'in yanılgısı
    Türkiye'nin hep İsrail'in yanında yer aldığını ve ilişkilerdeki gerilimin AK Parti iktidarından kaynaklandığını düşünenler yanılgı içinde.
    Evet, Türkiye'nin, İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke olduğu doğru. Ama o günden beri ilişkileri her zaman inişli çıkışlı.
    Laikliğinden şüphe edilmeyen partilerin iktidar olduğu günlerde ilişkilerde gerilim yaşandığı gibi, İslamî eğilimli partilerin iktidarında ilişkilerin normal seyrettiğini de gördük. Dolayısıyla Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan İsrail Büyükelçisi Gaby Levi'nin, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey tarafından Ekim 2009'da Washington'a gönderdiği kriptoda yer alan değerlendirmesi gerçeği yansıtmıyor. O belgede Levi'nin ilişkilerdeki bozulmayı Erdoğan'ın dindar kimliğine bağladığı görülüyor.
    Bu yaklaşım doğru ise iktidara geldiği günden bu yana Erdoğan'ın İsrail ile normal ilişkiler sürdürmesini ve hatta İsrail'in Gazze saldırısı öncesine kadar bu ülke ile Suriye'nin arasını bulmak için olağanüstü gayret sarf etmesini nasıl izah edeceğiz?
    Ayrıca sorunun kaynağı, Erdoğan'ın dinî inançları ise önceki hükümetin başbakanı sosyal demokrat Bülent Ecevit'in, Nisan 2002'de işgal altındaki topraklarda yaptığı operasyonlar yüzünden İsrail'i soykırımı uygulamakla suçlamasına ne diyeceğiz?
    Üstelik ilişkilerdeki gel-gitler Ecevit dönemiyle de sınırlı değil. 1967'de merkez sağ kimliğiyle bilinen Demirel liderliğindeki Adalet Partisi iktidarda iken Doğu Kudüs işgal edilip Mescid-i Aksa'ya İsrail bayrağı çekilince, ilk ve en sert tepkiyi Türkiye'nin Kudüs başkonsolosu vermişti: "Bu bayrak burada inmezse Türkiye İsrail ilişkilerini bütünüyle gözden geçirecektir." İsrail, 1980'de Kudüs'ü başkent ilan ettiğinde de diplomatik ilişkiler maslahatgüzar düzeyine indirilmiş; bu durum İsrail ile Filistin barış görüşmelerinin başlayacağı 1990'lara kadar sürmüştü.
    Esasında Türkler ile İsrail veya Yahudiler arasındaki ilişkiler, İsrail-Arap veya Hıristiyan-Yahudi ilişkilerine göre çok daha komplekssiz ve normal ilişkiler. Zira tarihimizde ne savaş meydanında Yahudiler eliyle yaşanmış bir hezimet ne de holokost türü bir olay var. Aksine Türkler tarihe baktığında, İspanya'da soykırımdan kaçan 200 binden fazla Yahudi'ye dünyada kucak açan tek milletin kendisi olduğunu görüyor. Cumhuriyet dönemindeki kısa süre hariç, tarih boyunca Yahudilerin en sorunsuz yaşadığı ülkelerden biri olmuş ülkemiz.

    Bu arka plana bakıldığında dikkat çeken en önemli iki nokta, ilişkilerin Filistin'le ilgili gelişmelere çok bağlı olduğu ve tarafların pragmatik bakışlarının oynadığı rol. Nitekim Türkiye'deki dönüşümü anlayan ender isimlerden biri olan İsrail'in eski Büyükelçisi Alon Liel, ilişkilerin düzelmesinin büyük oranda Filistin'e bağlı olduğunu, ancak İsrail kamuoyunun bunu anlamadığını düşünüyor. Cihan Haber Ajansı muhabiri İbrahim Varlık'a kapsamlı bir röportaj veren Liel, Erdoğan'ın Suriye konusunda "mükemmel iş yaptığı"; Türkiye'nin Ortadoğu için iyi bir model olduğu görüşünde. Liel, Ergenekon davası ve ordunun siyasî gücünü kaybetmesinin ilişkilerin bozulmasında etkisi olduğu kanaatinde.
    Aslında Türkiye'nin 1990'larda İsrail'e yakınlaşmasında; Filistin barış sürecinin etkisi olduğu gibi, Ankara'nın pragmatik ihtiyaçları da rol oynadı. Güney komşularının PKK'ya verdiği destekle başa çıkmaya çalışan Türkiye, 1995'te Suriye ile Yunanistan askerî eğitim anlaşması imzalayınca, bunu dengelemek için İsrail'le benzer anlaşmalar imzalamıştı. Hem Washington'daki Rum ve Ermeni lobilerini dengelemek hem de terörle mücadelede kullanacağı mühimmatı elde etmek için İsrail kritikti.
    Ancak 2000'de Ariel Şaron'un iktidar döneminde Aksa İntifadası'nın başlaması, ilişkilerin bir bacağını zayıflattı. Daha sonra Gazze ve Lübnan'a yapılan saldırılar ise bu bacağı kırdı. Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesi; Öcalan'ın yakalanmasıyla başlayan ateşkes ve AK Parti iktidarıyla güçlenen komşularla barış ve demokratik dönüşüm süreci ilişkilerin pragmatik bacağını da olumsuz etkiledi. Alon Liel'in dediği gibi, ilişkilerden umudu kesen İsraillilerin çoğu bunlara kafa yormuyor, ama bu arka planı görmeden ilişkilerin geldiği noktayı anlamak zor. Veya Gaby Levi gibi yanlış anlamak çok muhtemel.
    Bugünlerde Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin adeta İsrail'den bağımsızcasına iyi seyrediyor olması ise çok yeni bir gelişme. İsrail'den beklenen Heronlar yerine ABD'nin Predator verecek olması; liderler arasındaki üst düzey diyalog; Washington'ın Akdeniz'deki gaz tartışmasında Türk tezine desteği bunun göstergesi. Bu yeni durum, şayet Obama'nın şahsına bağlı değil, örneğin Cumhuriyetçi bir yönetimle de sürecek ise gerçekten diplomatik bir mucize.

    SABAH GAZETESİ
    OKAN MÜDERRİSOĞLU
    TBMM arena mı uzlaşma sahası mı?
    Bugün gözler TBMM'nin üzerinde... Yeni yasama yılı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün konuşması ile resmen başlayacak. Bir yönüyle "devlet aklının" güncel mesajlarını okumak, diğer yönüyle BDP'li vekillerin takınacağı tavrı görmek için geniş kitleler ekran başına geçecek.
    Diyarbakır'da yapılan açıklama sonrası yemin krizi aşılıyormuş gibi görünse de aslında ortam gergin. Yüksek tansiyonun Genel Kurul'a yansıma ihtimali de var. Bu yüzden Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in sessiz diplomasisi ile AK Parti Grup Başkanvekillerinin telefon trafiği dün birbirini izledi. Her ne kadar "Karar aldık, metnin dışına çıkmayacağız" deseler de BDP'deki bilinen karmaşık yapı, yemin töreninde tatsız sürpriz beklentisini canlı tutuyor. TBMM'den yansıyacak ilk gün görüntüsünün hem ilerisi için hem de sade vatandaşın itidalini koruma sınırı açısından gösterge olacağı düşünülüyor.
    Önce BDP'li aktörleri, yeniden TBMM çatısı altına taşıyan nedenleri analiz edelim. Zira temmuz ayında ileri sürülen şartların hiçbiri yerine gelmemişken Ankara'da bulunmaları oldukça manidar. Ne KCK tutuklusu milletvekilleri serbest bırakıldı ne ana dilde eğitim ve özerklik için güvence alındı ne de İmralı'nın cezaevi şartları değişti.
    Peki... "Ne oldu da BDP'li milletvekilleri yemin etme aşamasına geldi?" Veya... "Yemin etmeleri, sanıldığı gibi umut ışığı yakacak mı?"
    Bu soruların yanıtları birbiri ile yakından ilintili.
    * Son üç ay gösterdi ki BDP ile terör örgütü arasındaki organik bağın kesilmesi o kadar da kolay değil. Zira seçilmişlerin iradesi ipotek altında.
    * Terörle siyaseti dizayn etme taktiği de ters tepti. Eksikliklerine rağmen, Türkiye'nin demokratik-hukuk devleti yolunda kaydettiği ilerleme, etnik temelli mağduriyet iddialarını büyük ölçüde açığa düşürdü.
    * Yeni anayasaya şans tanınmadan ön şartlar ileri sürülmesi ve alelacele özerklik ilanı perde arkasındaki niyetleri deşifre etti.
    * Terör örgütünün, "Asker bana kırsalda operasyon yapıyor, ben de savunma gücümü kullanıyorum" tezinin anlamsızlığı gözler önüne serildi. Kırkent, sivil-asker, kadın-erkek, Türk-Kürt ayrımı yapmaksızın kan döken cinayet şebekesi, "çözüm arayışlarını" baltaladı.
    * BDP'lileri muhatap kabul eden, İmralı ile buluşmasına kapı aralayan, kendi özel kanalları üzerinden örgütün beyin takımı ile temas kuran Ankara profili bir anda değişti. Konuşabilmenin bile ne kadar büyük bir nimet olduğu fark edildi.
    * Terör örgütü yöneticileri ile MİT yetkilileri arasındaki görüşmenin büyük devlet kalıpları içinde zaten olması gerektiği kabul edildi. Sızdırma taktiği planlandığı gibi kamuoyunda infial yaratmadı. Aksine genel kanı MİT'e destek yönünde olgunlaştı.
    * Meclis zemini açıkken silahın arkasına saklanmanın, "Ben oynamıyorum" türü mızıkçılığın gerek AB gerekse Irak Bölgesel Kürt Yönetimi nezdinde umulan ölçüde karşılık bulmadığı görüldü.
    Buraya kadar tamam... Lakin, yakın hedeflerine ulaşamayan bir siyasi kadronun, pişmanlık duyarak Meclis'e geldiğini düşünmek de saflık olur. Muhtemelen, TBMM dışında kullanılan dil ve çatışma üslubu yer yer TBMM içinde hâkim kılınacak. Mağlubiyet duygusunu bastırma adına, anlık zafer duygusunu tatmin eden manevralar sergilenecek. Bir an gelecek, "Gördünüz mü bize siyaset yaptırılmıyor. Meclis'te tahammül edilmiyor. İyi niyetle temsil rolümüzü oynamak istedik, fırsat bulamadık" biçiminde bir senaryoya malzeme aranacak. Dileriz olmaz ama eldeki veriler bu kaygıyı doğruyor.
    Ve son husus...
    Cumhurbaşkanı Gül... Demokratik açılım sürecinin fitilini ateşleyen Gül, barut kokusunun barış ortamını zehirlediğini her vesile ile söyledi. Farklılıkların zenginlik olduğunu anlattı. Ayrışma değil, kaynaşma çağında yaşadığımızı ifade etti. Kültürel renklerin korunup geliştirilmesinden dem vurdu. Ret ve inkâr politikalarının geride kaldığını dile getirdi. Kimliklerin devlet teminatı altına alındığını, şiddete buluşmadıkça en sarsıcı fikirlerin dahi serdedilebildiğini vurguladı. Bugün de "barış içinde bir arada yaşama" reçetesi yazacağından kuşku yok...

    BUGÜN GAZETESİ
    NUH GÖNÜLTAŞ
    Aman doktor, ayıp değil mi?
                Halkın "Allah yokluğunu vermesin ama oraya da düşürmesin" denilen yerlerin başında hastaneler gelir.
    Özellikle de devlet hastaneleri ve SSK hastaneleri. Tam da Sağlık Bakanlığı'nın gerçekleştirdiği reformlarla bu söz anlamını yitirmeye başlamıştı ki, ortaya yeni yeni sorunlar çıktı!
                Anlamını yitirmeye başlamıştı demem boşuna değil. Artık istediğimiz hastaneye gidip istediğimiz gibi muayene olabiliyor, sonrasında da tedavi olabiliyorduk.
                Bu Türkiye'de SSK çöküntüsünü yaşamış insanlar için gerçekten bir devrimdi. Sağlık Bakanlığı'nın bu çabası AK Parti hükümetinin icraatları içinde belki de vatandaşa en fazla yararlı olanıydı.
    Bir gece çocuğum ateşlenmişti. Apar topar hastaneye koştuk. Yanımızda ne bir evrak ne bir kimlik hiçbir şey yok. Ve gece yarısı.
    Ankara Hastanesi bize en yakın hastaneydi. Her türlü tetkik ve tedavi yapıldı, acil durumda hastaneye gittiğimiz için bizden hiçbir evrak ve ücret talep edilmedi. Ve o gece görev yapan doktorların güleryüzü... Bu tavır hastalara ve hasta yakınlarına ciddi bir güven duygusu veriyor.
    Ben ilk defa bir hastaneden memnuniyetle ayrılıyordum. Geçenlerde bir yakınımın gittiği devlet hastanesinde muayenesi sonucu ameliyat olması gereği ortaya çıktı. Hastane devlet hastanesi olmasına rağmen yakınıma ameliyatın orada yapılamayacağı, çünkü orada uzman cerrah olmadığı, dışarıda bu konunun uzmanı bir doktora ameliyat olması gerektiği telkin edilmiş.
    Doğrusu çok şaşırtıcıydı. Nasıl yani, Ankara gibi bir yerde devlet hastanesinin uzman cerrahları yok muydu?
                Hasta devlet hastanesinden dışarıda bir doktora yönlendiriliyordu. Böyle çok olay biliyorum. Devlet veya üniversite hastanelerinde muayene edildikten sonra hasta tedavi süreci için dışarıda muayenehanesi olan bir doktora yönlendiriliyor, böylece vatandaşın devlet hastanesinde belki de hiçbir ücret ödemeden olacağı ameliyat için özel doktorlara yüklü miktarda para verilmesi sağlanıyordu.
    İnsanlar yönlendirildikleri doktora gittikleri zaman ciddi ameliyat ücretleriyle karşılaşıyorlar.
                Elbette bütün doktorlar böyle değil. Bunu yapan vicdansızlar azınlıkta. Ama bunlar da oluyor işte.
                Şimdi... Türkiye'de 63 bin 524 uzman doktor çalışıyor. Bunlardan 31 bini Sağlık Bakanlığı'na bağlı hastanelerde, 13 bin civarındakiler ise üniversite hastanelerinde görev yapıyor.
    Bu kadar uzman doktorun içinde Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışanlardan 930'unun, üniversite hastanelerinde çalışanlardan ise 630'unun özel muayenehanesi var.
    Bunların sayısı toplamda yüzde beşi bile bulmuyor. Üniversite ve devlet hastanelerinde günde binlerce ameliyat yapılıyor. Ve insanlar eskisi gibi hastane kapılarında aylarca ameliyat olacağı ya da tedavi olacağı günü beklemiyor.
    Toplam içinde yüzde beşi bile bulmayan hekimlerden, özel muayenehaneleri ile çalıştıkları kamu hastanelerinden birini tercih etmeleri isteniyor. Bu rakamın en az yarısı da kamuda çalışmaya devam arzusunda.
    Toplamda devlet hastanelerinde çalışan 930 doktor kendi muayenehanelerini işletmek için istifasını ya da emekliliklerini istedi. Üniversite hastanelerinde de rakamın bu yönde olacağı tahmin ediliyor.
    Dolayısıyla bu kadar doktorun kamu hastanelerinde işi bırakmasının tedavi hizmetlerini sürdürmeye engel olacağını söylemek abartı olur.
    Hem devlet hastanesinde çalış hem buraya gelen hastaları kendi özel muayenehanene yönlendir hem de isyan et.
    Vatandaş ise elinde sosyal güvencesi olduğu halde özel hastanelere para ödemek zorunda bırakılıyor.
    Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın söylediği şu: Eğer kamuda çalışmak istemiyorsan, git kendi muayenehanende çalış. Yani tercihini yap. İkisi bir arada olmaz!
    Nerede bu yoğurdun bolluğu doktor beyler. Hem kamu hastanesine gelen hastayı orada tedavi olamayacağına inandır, kendi ya da kendine yakın bir doktorun muayenehanesine gönder hem de o hastanın sırtından para kazan.
                Bence Bakan Bey doktorları böyle bir tercihe zorlamakta haklı. Çünkü biz de böylesi doktorların yönlendirmesi ile sosyal güvencemiz olduğu halde dışarıya yönlendirildik ve yüklü miktarda bir ücretle ameliyat olmaya razı olmuştuk. Ki, imdadımıza Sağlık Bakanlığı yetkilileri yetişti.
    Değilse, devlet hastanesinde görev yapan doktorumuz, hastamızı yönlendirdiği kendi muayenehanesinde ya da çalıştığı özel hastanede ameliyat edecek ve hastamızın yüklü miktarda da parasını alacaktı.
    Ve biz de şu soruyu soracaktık: Madem böyle olacaktı, hastanın patronu o kişi için neden SSK'ya prim ödeyip duruyordu?

    YENİ ŞAFAK GAZETESİ
    ALİ BAYRAMOĞLU
    Hayata dönüş...
    Bugün TBMM açılacak. İki önemli gelişmeyle:
     -BDP'liler yemin ederek meclis çalışmalarına katılacaklar... Siyasi alan tutuklu milletvekilleri gibi bir iki aksaklık dışında tam siyaset koşullarına sahip olacak, diğer bir ifade ile verilen oyların yüzde 80'ninden fazlası mecliste temsil edilecek...
     -TBMM bu katılımla yeni bir anayasa hazırlayacak. Tüm siyasi partiler kendilerini önemli ölçüde yeni anayasa, yeni toplumsal mutabakat çalışmalarına hasredecekler. Bu konuda partiler arasındaki temaslar şimdiden başlamış ve ilk hazırlıkları yapacak partiler arası bir komisyonun ilkeleri belirlenmiş durumda.
    Siyasi hava ve gelişmeler de bu istikameti destekleyecek şekilde seyrederse, bu durumu "siyasete ve hayata dönüş" olarak adlandırabiliriz...
     Yaşadığımız kanlı günleri ve Kürt meselesindeki sertleşme halini bir kenara bırakacak olursak, aslında Türkiye'nin içinde bulunduğu safha ve durum önemli bir hamle eşiğinde olduğumuza işaret etmektedir.
     Nasıl?  Türkiye, 2000 yılından bu yana önemli değişimler yaşıyor. Bu değişmelerin ulaştığı katmanı, yeni Türkiye'yi birkaç madde etrafında daha güvenli, güçlü, istikrarlı ve demokratik Türkiye olarak özetlemek mümkün...
     Birkaç önemli hususun altını çizelim: Ülke temsil sorununu aşmıştır; verilen oyların yüzde 95'i parlamentoda temsil edilmektedir.
     Kürt sorunu dışındaki toplumsal derin meseleler hal yoluna girmiş, Kürt sorunu ise gerek temel hak ve özgürlükler alanının genişlemesi, gerek çatışmanın yerini siyaset ve müzakereye bırakma imkânlarının belirmesiyle çözüm ışığı vermeye başlamıştır.
    Temel yasal reformlar yapılmış, devlet içi çatışmalar azalmış, sivilleşme yolunda ciddi mesafe alınmıştır.
     Özgürlükler ve uygulama sahası (basın sektörü, hapisteki gazeteciler, siyasileşen adliye gibi) kimi aksaklıklara rağmen ine çıka belli bir düzeye doğru hareket etmektedir... Bu koşullarda yeni açılan dönemin, yeni açılan siyasi sayfanın üç anlamı vardır.
     1. Yaşanan değişim sürecinin kurumlaşması...
     2. Bu kurumlaşmanın yeni anayasa vesilesiyle katılım ve mutabakat üzerinden yol alması...
     3. Bu çerçevede Kürt sorununda çözüme doğru yol alınması...

                Bu üç anlam aynı zamanda üç imkân demektir.  Türkiye'nin gerek toplumsal gerek siyasal düzeyde geldiği olgunluk aşaması, bu üç imkânı kullanma şansı olduğunu gösteriyor.
     Bugün soru bu şansı kullanıp kullanmayacağımızdır... Zıplamayı becerip beceremeyeceğimizdir.
     Bu konuda, sık söylüyoruz, başta siyasi iktidar olmak üzere, tüm kesimlerin, tarafların, siyasi partilerin sorumluluğu vardır...
     Demokrasi ve siyaset koşulları oluşumu, tüm sorunların konuşulduğu Türkiye, o sorunların tümünü aşabilecek bir Türkiye'dir...
     Umalım bugün yeni ve iyi bir başlangıcın ilk adımının atıldığı gün olur...

    MİLLİYET GAZETESİ
    FİKRET BİLA
    Yeni anayasa süreci
    TBMM bugün açılıyor. BDP’nin de dönmesiyle Meclis normal çalışma düzenine geçmiş olacak.
    Seçim sonrasında yaşanan boykot süreci, ardından PKK’nın terörü tırmandırması, toplumsal ve siyasal tansiyonun yükselmesine neden oldu. PKK, kanlı saldırılarını sürdürüyor.
    Böyle bir ortamda dahi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BDP’nin Meclis’e gelmesi için çağrılarını sürdürdüler ve BDP de bu yönde karar aldı.
    Demokratik olgunluk
    Her gün şehit haberlerinin geldiği, canice saldırıların yapıldığı, bebeklerin, kadınların, çocukların öldürüldüğü bir ortamda, sadece devletin zirvesinin değil, muhalefet partilerinin ve sivil toplum kuruluşlarının de BDP’yi Meclis’e davet etmeleri, demokratik olgunluk göstergesidir.
    PKK’nın yarattığı vahşete karşı Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının tepki vermesi de BDP üzerinde önemli bir baskı oluşturdu.
    Siyasette ve toplumda gösterilen bu demokratik olgunluğa BDP de aynı olgunlukla karşılık verebilmeyi başarabilmelidir.
    Çiçek’ten PKK ve BDP’ye
    TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Meclis’in normal koşullarda açılmasını sağlamak üzere önemli çaba gösterdi. BDP’nin Meclis’e geleceğini açıklamasından sonra bu partiyi de ziyaret etti.
    Meclis dışındaki partileri de ziyaret eden Çiçek, kucaklayıcı bir tutum sergiledi. Ziyaretler sonrasında yaptığı açıklama ise PKK ve BDP’ye çağrı ve uyarı niteliğindeydi.
    Çiçek, kimin söyleyeceği ne varsa, ne tür bir talebi varsa bunun yeri TBMM’dir, terör değildir, diyerek, BDP’ye demokratik yolu gösterdi, demokratik kurum ve kuralları anımsattı.
    Silah zoruyla anayasa
    Türkiye, bugünden itibaren yeni anayasa yapma sürecine girecek. TBMM Başkanı Çiçek, bir-iki gün içinde siyasi partilere yazı yazarak uzlaşma komisyonuna üye vermelerini isteyecek.
    İktidar partisi, CHP ve MHP’yi ziyaret etti; BDP’nin grup kurması halinde bu partiye de ziyarette bulunacak. Böylece uzlaşma komisyonu kurulması yönünde ilk adımlar atılmış olacak.
    BDP’ye düşen sorumluluk, bu süreçte taleplerini demokratik yoldan gündeme getirmesi ve demokratik yoldan savunmasıdır. Bunu PKK’nın silahlı gücüne ve terör eylemlerine yaslayarak yürütmeye çalışması yapabileceği en büyük hata olur. PKK’nın silah zoruyla yeni anayasa yazdırması mümkün değildir. BDP’nin böyle bir tehdide dayanarak taleplerini aynen kabul ettirmesi olasılık dışıdır.
    Adı üzerinde yeni anayasa geniş tabanlı bir “uzlaşma”ya dayanacaksa, burada dayatmaya, zora yer yoktur.
    Tartışmanın ekseni
    Türkiye’de siyasi partiler yeni bir anayasa konusunda görüş birliğine vardılar. Bu konuda uzlaşmalarının temeli, partilerin demokratik, özgürlükçü, çağdaş, sivil bir anayasaya sahip olmak konusundaki ortak iradeleridir.
    Bu itibarla birey hak ve özgürlüklerini genişleten ve bunları güvence altına alan; demokratik kurumları güçlendiren, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü esas alan, merkezine insanı koyan bir anayasa konusunda partiler arasında uzlaşmanın kolay sağlanacağı şimdiden görülüyor.
    Buna karşın sürecin tartışmalı boyutunu yine Kürt meselesinin oluşturacağı da anlaşılıyor. PKK-BDP cephesinin gündeme getirdiği talepler, yeni anayasa tartışmalarının merkezine oturacaktır.
    Bunun nedeni gündeme getirilen taleplerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve ilkeleriyle çelişir talepler olmasıdır. Tartışma bu noktalarda çıkacaktır.
    PKK-BDP cephesinin tutumu, diğer partilerin tutumunu da belirleyecektir. Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen anayasanın ilk üç maddesinin korunması konusunda AKP, CHP ve MHP görüş birliği içinde olduğuna göre, BDP’nin bu konudaki tutumu daha geniş uzlaşma açısından önem taşıyacak; hatta diğer partilerin tutumunu da belirleyecektir.

    RADİKAL GAZETESİ
    MURAT YETKİN
    Yeni anayasa Türkiye'yi yeni dengelere hazırlamalı
    Bugün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün açış konuşmasıyla yeni yasama yılına başlayacak olan Meclis'in birinci ve en önemli gündem maddesi yeni bir anayasa yazmak olacak. Bu konuda Mecliste grubu bulunan dört parti de hemfikir.
    Şu anda can yakan konu olması nedeniyle anayasanın tek odağı Kürt meselesi imiş gibi görünüyor. Kürt meselesinin anayasa yoluyla bir çözüm yoluna girme arzusunun toplumun geniş kesimine ters gelmeyeceği ve bunun anayasa çalışmalarındaki en önemli konular arasında yer aldığı doğru; ama tek odak bu değil.
    Örneğin siyaset-asker ilişkilerinin yeniden tanımlanması, siyaset-yargı ilişkilerinin yeniden tanımlanması ve başta yargının hızlandırılması olmak üzere bir yargı reformuna kapı açması, ekonominin altyapısının güncellenmesini sağlaması ve bunlardan daha az önemli olmamak üzere, devlet odaklı bakışın yerini insan odaklı bakışın alması gibi beklentiler de var yeni anayasadan.
    Bu Türkiye'de savaşlar, devrimler ve darbeler sonucu yazılmamış ilk anayasa olacak, yazılabilirse; daha öncekiler, yani 1976,1908,1924,1960 ve 1980 öyle idi.
    Bu anayasanın bir özelliği de Türkiye'yi 21'inci yüzyılın ikinci on yılında, tam ortasında yer aldığı bölgedeki çalkantı ve dönüşümlere hazırlayacak olması; daha doğrusu, hazırlaması gerektiği...
    İçinde bulunduğumuz bölge, büyük çalkantı ve değişimlere gebe. Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla tetiklenen Arap Baharı ile hızlanan bu sürecin başlangıcında aslında 11 Eylül 2011'deki El Kaide saldırılan var. Nev York'taki İkiz Kulelerin, içindeki yolcularıyla silah gibi kullanılan sivil uçaklarla vurulup yıkılması, küresel gerilla savaşı olarak nitelenebilecek bu dönemin başlangıcı olmuştu.
    Dünyadaki değişim Bu saldırıları ABD önderliğindeki Afganistan ve Irak savaşları izledi. Bu savaşların yalnızca Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine barış, refah ve demokrasi getirmeyi amaçlamadığı kısa sürede anlaşıldı. Tersine, dünya kamuoyu öncelikle bu deyimin İslam dünyasını etiketlemenin ikiyüzlü bir yolu olduğunu, ardından da bu savaşların, odağında enerji ve güvenlik işlerinin bulunduğu bir yeni güç kavgasının parçası olduğunu algıladı.
    Rusya o dönem kendi derdiyle meşguldü; Boris Yeltsin gitmiş, yerine Vladimir Putin gelmişti, zamana ihtiyacı vardı. Eski güvenlik şefi Putin kısa sürede eski enerji şefi Dimitri Medvedev ile mükemmel bir ortak oldular.
    Şimdi yeni dünya düzeninin kurulması sürecinde ABD ve Avrupa Birliği'nin karşısında demokrasicilik oyununu bir kenarda tutarak bu ekiple çıkmaya hazırlanıyorlar.
    Rusya'nın Kuzey Denizi Filosuna ait Kuznetsov uçak gemisinin Akdeniz'e doğru yola çıkacağı dün açıklandı. Amerikan Altına filosu, neredeyse bütün Fransız donanması, Kıbrıs ve Süveyş arasında İngiliz gemileri, Türk donanması ve İsrailliler zaten askeri deniz trafiğini yeterince arttırmışlardı; Ruslar da koroya katılıyor.
    AB'nin ekonomik performansıyla birlikte azalan siyasi etkisinin meydana getirdiği boşluğu, Kafkas ve Basra bölgelerinde BP'den Gazprom'a, Totalden Shell'e kadar enerji devlerinin rekabeti doldurmaya çalışıyor; inanılmaz büyüme hızlarıyla Çin ve Hindistan'a petrol ve gaz yetiştirme çabasındalar.
    ABD'de ise demokrasi içinde askerin ağırlığı çaktırmadan artmaya başladı; CIA ve Pentagon şeflerinin birbirine görev devretmesi ne kadar hayra alamet? Bu gelişmeler ne kadar tesadüf? Pek tesadüf görünmüyor.
    Ankara, bilinçle ya da içgüdüyle birkaç yıldır mevcut siyasi, askeri ve yasal yapısıyla yaklaşmakta olan fırtınalı havaya karşı duramayacağım fark etmiş görünüyor.
    Eğer Meclis bu sınavı aşar, özellikle de Kürt meselesi ve siyaset-asker ilişkilerini devlet ve demokrasiyi sağlıklı bir şekilde işletecek bir güncellemeye yeni anayasa yoluyla ulaşabilirse, Türkiye bu oyunda arada kalıp ezilmez.
    Dolayısıyla Türkiye'nin yeni anayasası, yalnızca Türkiye'nin iç barışı bakımından değil, Türkiye'nin fiziki sınırlarını aşan bir bölgedeki yeni dengelerin kurulması bakımından da önem taşıyor.

    TAKVİM GAZETESİ
    MEHMET ÇETİNGÜLEÇ
    Yeni Türkiye'ye geçiş dönemi
    TBMM'nin "uzun tatil"i bugün sona eriyor. İlk iş; sil baştan yeni bir anayasa.  Başbakan Erdoğan 9 ay süre verdi. Eğer seçimden yeni çıkan parlamento bunu başarırsa, Türkiye'nin ilk "sivil" anayasasını yapmış olacak. Hem de "kısa" sayılabilecek bir sürede.
    Peki yeni bir anayasayı öngörülen zamanda hazırlamak mümkün mü? Partiler arasındaki ilk görüşmelerde oluşan hava ılımlı.
                Sadece AK Parti değil, CHP ve MHP de yeni bir Anayasa hazırlanmasına sıcak bakıyor.
     BDP'ye gelince. Nihayet "doğru" tercihle Meclis'e gelmeye karar verdiler. BDP zaten başından beri anayasanın değiştirilmesini istiyordu. Dolayısıyla Meclis'teki 4 parti arasında ön mutabakat sağlanmış görünüyor...
    Ancak, Meclis'te grubu bulunan partilerin temsilcilerinden oluşacak Uzlaşma Komisyonu'nda bazı sıkıntıların yaşanabilir.
     MHP ile BBP önerilerinin örtüşmesi beklenmiyor. Bu durumda, vatandaşlar ve sivil toplum örgütlerinden gelecek öneriler "çözümleyici" olacak.
                Yeni Anayasa'nın hazırlanmasında ilk kez vatandaşlara bireysel olarak katkıda bulunma imkanı sağlanacak.
     TBMM'deki Uzlaşma Komisyonu, internet aracılığıyla her vatandaşın yeni anayasa konusundaki görüşünü alacak.
     Komisyon toplumun çeşitli kesimlerini; sendikaları, dernekleri, birlikleri, akademik camiayı da dinleyecek. ..Ve olabildiğince geniş bir katılımla, ortak bir metin oluşturulmaya çalışılacak.
    Bu arada; Yeni Anayasa, Türkiye'deki siyasi yapıyı da yenileyebilir. Başkanlık sisteminin tartışmaya açılması bekleniyor. Nitekim, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu "Parlamenter sistem riskli" diyerek Başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini söyledi. Referandumdan sonra Başbakan Erdoğan, bu konuda çalışma yapması için Prof. Kuzu'ya görev vermişti. Burhan Kuzu, yeni anayasa görüşmeleriyle birlikte tartışmayı başlatmış oldu. Anlaşılan yeni dönemin en önemli düzenlemelerden biri de Başkanlık sistemi olacak...

    TÜRKİYE GAZETESİ
    TUNA BEKLEVİÇ
    Vize kolaylığı geldi... 
    Bu hafta Türkiye’nin dış politika gündemi gerçekten çok yoğundu. Başbakanımız Arap baharı seyahatinden sonra ABD ve akabinde Makedonya’da önemli açıklamalar gerçekleştirirken Egemen Bağış ABD’den döndüğü gibi KKTC’ye oradan da hemen Strazburg’a giderek gerçekten çok yoğun bir tempoya imza attı. Hatta KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, “uçan bakan” diyerek Bağış’ın temposuna dikkat çekti.
    Rumların sondaj çalışmalarına başladığı sırada yavru vatanın yalnız olmadığının hissettirilmesi aşamasında Bağış’ın KKTC ziyareti önemliydi. O sırada meydanın boş kaldığını düşünen Rumlar Türkleri AB’ye şikayet ederken bakan KKTC sonrasında süratlice Strazburg’a yetişti. Bağış, gerçekleştirdiği toplantılarda “Rum kesimi, barış görüşmelerine zarar vermek istiyor. Türkiye’nin yaptığı yapılan bir eyleme tepkidir. Rum kesimi arama çalışmalarına ara verdiği takdirde, KKTC de bu konuda gerekli adımları atacaktır” derken Türkiye’nin her zaman çözümden yana tavır aldığını Avrupa’ya göstermiş oldu. Bağış “Doğalgaz ve petrol bir yere kaçmıyor, bu, gazı kaçacak gazoz değil ki” dediğinde ise Rumların çıkarttıkları bu yapay krizde tam bir haylaz çocuk tavrı içerisinde olduklarını ortaya koyuyordu.
    Türkiye Strazburg’da uzun süredir beklediği vize kolaylığı sözünü de aldı. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Temsilcisi Cecilia Malsmtröm vize konusunda kolaylıkların sonbaharda başlayacağını belirtti. Peki bu kolaylıklar neler olacak? AB artık daha uzun süreli ve daha bol giriş çıkışlı vizeler verme, vize verme ücretlerini azaltma ve bazı durumlarda tamamen ortadan kaldırma, Türkiye’nin farklı yerlerinde vize merkezleri kurarak vatandaşlarımızın İstanbul veya Ankara‘ya gitmek zorunda kalmasına mani olmak, bizzat gidip almak yerine kurumlar aracılığıyla vize almalarına imkân sağlamak, bazı meslek gruplarına öğrenci sporcu, sanatçı özellikle iş adamlarımıza yönelik vizeleri kolaylaştırmak konusunda birtakım adımlar atacak.
    Tabii Avrupa Birliği Bakanlığı’mızın gayretleri ile AB’nin Türk vatandaşlarına uyguladığı vizenin tamamen kalkacağı günler yakındır. Bu gelişmeler Türkiye’nin her geçen gün daha da güçlendiğini açıkça ortaya koymaktadır.

    DIŞ BASIN ÖZETLERİ


    ARINÇ TÜRKİYE'NİN AKDENİZ'DE PETROL ARAMA HAKKINI SAVUNDU
    Euronews- 29 Eylül 2011- İtalya –Gülsüm Alan
    Ankara’nın, -tanımadığı- Kıbrıs Cumhuriyeti’nin girişimine tepki olarak Ada sularında petrol aramaya girişmesi üzerine Avrupa Birliği Türkiye’ye, Kıbrıs ile ilişkileri etkileyebilecek her türlü tehditten kaçınması konusunda çağrıda bulundu. Euronews muhabiri Gülsüm Alan, hem bu konuyu hem de Avrupa ile entegrasyon sürecini ve İsrail ile ilişkileri konuşmak üzere Türk Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la Brüksel’de bir araya geldi.
         ALAN: Sayın Bülent Arınç, Avrupa Birliği’ne üye olmak için yaklaşık 50 yıldır çabalayan bir ülkenin Başbakan Yardımcısı ve Hükûmet Sözcüsüsünüz. Brüksel'e hoş geldiniz. Doğu Akdeniz’de doğal kaynakları arama faaliyeti gerçekleştiren Kıbrıs Cumhuriyeti'nin İsrail ile ortak bir politika geliştirdiği fikrine katılıyor musunuz?
         ARINÇ: Doğu Akdeniz’de petrol arama konusu, sadece Kıbrıs veya İsrail ile ilgili bir konu değil. Ülkelerin uluslararası hukuktan doğan hakları var ve Türkiye de bu haklara sahiptir. Ama son zamanlarda ihtilaflı olduğumuz ve bazı konularda ayrı düşündüğümüz iki ülkenin, birleşerek petrol arama faaliyetine girişmesinin siyasi bir manası vardır. Türkiye buna seyirci kalamazdı. Bu nedenle, biz de ekonomik çıkarlarımızı düşünerek bu sularda petrol arama hakkımızı kullanacağız.
         ALAN: Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Doğu Akdeniz’e savaş gemilerinin gönderildiğini açıkladı. Bunun sonu nereye varacak? AB’den bu konuda beklentiniz nelerdir?
         ARINÇ: Savaş gemilerimizi savaşmak için göndermiyoruz. Bir koruma faaliyeti içindeler. Dolayısıyla hiç kimseyle savaşmaya, kavga etmeye ihtiyacımız da yok niyetimiz de yok, umarız karşı taraf da böyle bir cüretkârlığı göstererek Türkiye’yi güç kullanmak durumunda bırakmaz. Bence AB de hatasını düzeltmek için acele etmeli. Kıbrıslı Rumları, bütün Kıbrıs’ı temsil edecek biçimde Birliğe dahil etmeleri belki de Brüksel'in bugüne kadar yapmış olduğu en büyük hatalardan biridir. Yani önemli olan, bu iki toplumu da eşit şartlarda, statüsü belirlenmiş biçimde birleştirebilmekti. Biz, birleşik bir Kıbrıs’ın her zaman yanında olduk ve hâlen bu konuda diplomasi faaliyetlerinin sürmesi gerektiğine inanıyoruz.
         Şimdi oradaki gerçek şudur: Kıbrıslı Rumlar vardır ama adanın tamamını temsil etme hakkına sahip değillerdir. Dolayısıyla bu faaliyeti bütün Kıbrıs adına yaptığını ilan ediyorsa öncelikle AB, "Dur bakalım orada! Senin buna hakkın yok." demelidir. Türk tarafının da kendi haklarını kullanması karşısında da buna izin vermeli veya desteklemelidir. Dolayısıyla şayet AB, kendi içinde böyle bir topluluğu tam üye olarak kabul etmişse bunun da sonuçlarına katlanacaktır. Şimdi yapması gereken, çıkar çatışmasını veya kavgayı körüklemek yerine, adayı bütünleştirecek telkin ve tavsiyelerde bulunmak olmalıdır.
         ALAN: Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti AB dönem başkanı olduğunda Brüksel ile ilişkileri donduracağını açıkladı. Dondurulması halinde, ilişkilerin kapsamı ne düzeyde olacak?
         ARINÇ: Bu durumda, müzakereler hiçbir şekilde devam etmeyecektir. Bugüne değin Fransa ve Kıbrıslı Rumların itirazları nedeniyle bazı başlıkları açamadık. Bu konularda müzakereler yapılamadı. Çok az başlıkta müzakereler yapıldı ve geçici olarak kapatıldı. Meşruiyetini tanımadığımız, tartışmalı bir konumda bulunan Kıbrıslı Rumların başkanlık etmesi halinde, mevcut itirazlarını ve engellemelerini de bildiğimiz için, "Siz önce kendi içinizde bütünleşin ve bütün Adayı temsil eder hâle gelin, sonra sizinle masaya oturacağız" diyoruz. Bunu çok açık bir şekilde deklare ettik. Bütün bu sebeplerle biz, Hristofyas ile Eroğlu arasında devam eden müzakerelerin bu yıl sonuna kadar bitirilmesi konusunda her iki tarafa da destek verdik. Ama Kıbrıslı Rumlar anlaşılmaz bir biçimde, bu müzakereleri sonlandırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar.
         ALAN: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Arap Baharı ülkelerinde yoğun ilgiyle karşılandı. Dünya kamuoyu da bu ziyaretleri adım adım izledi. Bütün bunları neye bağlıyorsunuz?
         ARINÇ: Global ekonomik krizin Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda, İzlanda ve Fransa’yı ne hâle getirdiğini çok iyi biliyoruz. Bugün Yunanistan’da maaşlar ödenemez hâle gelmiştir ama Türkiye, ekonomide büyüme üstüne büyüme kaydetmektedir, ekonomik durumu en iyi düzeydedir. Türkiye bugün dünyada küresel bir aktör olma durumuna gelmiştir. Türkiye'nin, dünyada özellikle mazlum milletlerin hamisi durumunda olması, onu her zaman güvenilir ve iftihar edilir bir noktaya getiriyor.
         ALAN: Son zamanlarda Brüksel’de Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu'na dönüş özlemi içerisinde olduğu ve sorunların çözümünde güç kullanımını öne çıkardığı değerlendirmeleri yapılıyor. Sizce Türkiye, gücünün ve potansiyelinin üzerinde roller oynamaya mı soyunuyor?
         ARINÇ: Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu ile bağlarını inkâr etmeden, cumhuriyetin temelleri üzerinde, demokrasi ve özgürlükler konusunda ilerleyen, kalkınan bir ülke. Bizim, Osmanlı İmparatorluğu gibi bir hayalimiz yok. İşlerimizi de bu hayale bakarak yapmıyoruz.
         ALAN: Sayın Arınç, Türkiye’de kurulan NATO füze kalkanı İsrail’i koruma ve savunma amaçlı mı?
         ARINÇ: Malatya Kürecik’te geçmişten bu yana NATO’nun bir radar tesisi zaten var, bu yeni değil. Yaklaşık 25-30 yıllık. Şimdi de faaliyetine devam edecek. Bunun hedefi belli değil. Bu İsrail midir, İran mıdır? Bu bir savunma sistemidir. Radar kurulmuş olması bir füze saldırısına karşı önceden uyarı verecek ve koruma mekanizmalarını harekete geçirecek bir olaydır. Bu, İsrail için, İran için veya bir başka devlet için kurulmadı. Yaptığımız protokolde, sözleşmede de hangi ülkeye karşı veya hangi ülkeden yana tavır alınacağı konusunda hiçbir ibare, hiçbir ülke ismi de bulunmamaktadır.
         ALAN: Türkiye ile İsrail arasındaki -gergin- ilişkilerin kırmızı çizgileri nelerdir?
         ARINÇ: Türkiye bunu zaten ifade etti. Bizim, Yahudi halkıyla bir düşmanlığımız yok. Biz, Musevi vatandaşlarla veya Musevi İsraillilerle hiçbir kavga içinde değiliz. Türkiye madem İsrail’i devlet olarak ilk tanıyan ülkedir, bugün İsrail’e karşı bir düşmanlığımızdan kimse bahsedemez. Ama İsrail’in başında öyle bir hükûmet var ki hem kendi içinde kavgalıdır, hem de dokuz Türk vatandaşını barışçıl amaçlarla Gazze’ye doğru yardım götüren bir gemide acımasızca katletmiştir. Bizim sorunumuz İsrail hükûmetiyledir, yoksa İsrail halkıyla hiçbir sorunumuz yok.



    ERDOĞAN
    El Publico- 28 Eylül 2011 - İspanya - Eugenio Garcia Gascon
    Türkiye Başbakanı Erdoğan Time dergisine verdiği mülakatta aklından geçeni söyleyerek, İsrail ve uluslararası toplumun İsrail-Filistin anlaşmazlığını ebediyete kadar sürüklemesini eleştirdi. Filistin-İsrail anlaşmazlığının –tutarlı davranmayan ve gerçekte barışla ilgisi dahi olmayan– Birleşik Devletler, AB, Rusya ve BM’den oluşan  Ortadoğu Dörtlüsü yüzünden çözülmediğini söyleyen Başbakan Erdoğan, Batılı liderler kendisiyle aynı fikri paylaşmıyor gibi gözükmesine rağmen, konuyla ilgili fikrini birçok kişinin paylaştığını belirtti.
    İsrailli liderlerin, geçen sene insani yardım götürmek ve Gazze ablukasını protesto etmek için Gazze’ye gitmekte olan Mavi Marmara’da seyahat eden 9 Türk eylemcinin ölmesinden dolayı özür dilemeyeceklerini belirtmelerinin ardından Erdoğan, haftalar önce başlattığı İsrail karşıtı kampanyaya devam ediyor. Erdoğan ayrıca İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinden önce ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesini ve ablukanın kaldırılmasını talep ediyor.
    Türk lider, BM’nin neredeyse 90 kez öyle veya böyle İsrail işgaline karşı fikir belirtmesine rağmen Yahudi devletine karşı –Batı’da “tabu” olarak görülen– hiçbir yaptırım benimsemediğinin altını çizdi. Öte yandan BM'nin, İran ve Sudan meselelerinde yaptırımları hemen benimsediğini söyledi. Erdoğan, BM, İsrail’e karşı aynı duruşu sergilemiş olsaydı, İsrail-Filistin çıkmazının yıllar önce çözülmüş olacağına inandığını belirtti.
    Erdoğan’ın düşüncesini, birçok kişi özellikle Filistinliler ve Araplar ayrıca yıllarca uluslararası toplumun işgal altındaki bölgelerde yürütülen talana tepki vermemesini gören Batılılar hatta İsrailliler bile paylaşıyor. Bütün bu insanlar için Erdoğan gibi bir liderin olayları yerli yerine koyması kahramanca bir hareket ancak bu, Birleşik Devletler, AB, Rusya ve BM’den oluşan Ortadoğu Dörtlüsünün politikasını değiştireceğe benzemiyor.

    0 yorum: