BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ

15 Eylül 2011 Perşembe

İslam düşmanlığı ve antisemitizm, tedavisi zor hastalıklar

Zaman Avrupa ve Die Zeit, Türkiye'den Alman-ya'ya göçün 50. yıldönümünde ortak bir röportaja imza attı.
 
19 Eylül'de Almanya'ya yapacağı ziyaret öncesi iki gazetenin sorularını cevaplayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ilk giden neslin Almanya'nın tekrar ayağa kalkmasına yardımcı olduğuna dikkat çekti. "Türkler, oturmuş bir sistemin içine girdiklerinde şartlar ağır da olsa iyi çalışırlar. Ben gurbetçilerin alın terinin o yıllarda yeteri kadar takdir edildiğinden eminim." dedi. Demokrasi ve hukuka dayalı modern devleti, Avrupa'nın dünyaya armağanı olarak gören Cumhurbaşkanı, buna rağmen İslam karşıtlığının Avrupa'dan yükselmesinin tezat oluşturduğuna işaret etti ve uyardı: "İslam düşmanlığı, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı bir kere ortaya çıktıklarında tedavisi çok zor olan hastalıklardır."
Zeit: Bundan 50 yıl önce Türklerin Almanya'ya göçü başladı. Anlaşmanın yapıldığı 1961 yılında siz 11 yaşındaydınız. O yıllarda, "Keşke annem babam da Almanya'ya gitseydi." diye düşündüğünüz oldu mu?
Gerçeği söylemek gerekirse hayır. Akrabalarımdan da Almanya'ya işçi olarak giden olmadı. Ancak o yılları çok yakından yaşadım. Memleketim Kayseri'den Almanya'ya giden çok oldu. Özellikle yaz aylarında izne geldiklerinde Volkswagen, Opel ve Ford Taunus marka arabalar şehrin manzarasını değiştiriyordu. Gurbetçiler şık kravatları ve şapkaları ile de dikkat çekiyordu. Şehrin en önemli sohbet konusu gurbetçilerdi. Bir ticaret şeheri olan Kayseri'nin esnafı Almanya'dan gurbetçiler gelince çok seviniyordu.
Türk göçmenlerin gerek ekonomik gerekse yetişmiş insan açısından olsun Almanya'ya katkılarının Almanya tarafından yeterli takdiri gördüğünü düşünüyor musunuz?
Türkler Almanya'ya davet edildikleri için gitti, kendi girişimleri ile değil. Ülkenin işçiye ihtiyacı vardı, taraflar anlaşmaya vardı ve insanlar yollara döküldü. Elbette ki o yıllarda da Alman toplumunun ne kadar çalışkan ve disiplinli oldukları ülkemde biliniyordu. Bunu herkes biliyor. Türkler oturmuş bir sistemin içine girdiklerinde şartlar ağır da olsa iyi çalışırlar. Ve bunu yaptılar da. İlk giden nesil Almanya'nın tekrar ayağa kalkmasında yardımcı oldu. Gurbetçiler Almanya'nın, Avrupa ve dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olması için alın terlerini döktüler. Ben bu emeğin o yıllarda yeteri kadar takdir edildiğinden eminim.
Zaman: Daha sonraki yıllarda ise...
Daha sonraki yıllarda, Alman ekonomi mucizesi hedefine vardığında Türklerin bu önemli katkıları unutuldu ve daha çok Türklerin sorunları tartışmaların merkezine çekildi. Problemler dün de vardı, bugün de var. Doğru. Nihayetinde Türkler çok farklı bir kültürden çıkıp Almanya'ya gittiler. Çoğu İstanbul, İzmir veya Ankara gibi Türk şehirlerini görmeden Anadolu'nun herhangi bir köyünden kalkıp Münih ve Frankfurt gibi şehirlere göç etti. Bunun sebep olduğu bir kültür şoku oldu elbette ki. Ne Almanya ne de Türkiye bu insanlara yol gösterici oldu. İnsanlar kendi imkânları ile kendilerini korumaya çalıştılar. Bu koruma çabası içinde yaptıkları doğru işler de oldu yanlış işler de.
Almanya 2005 yılından beri aktif göç ve uyum politikası, Türkiye ise aynı dönemden itibaren yurtdışı Türklerine yönelik politikalar geliştirdi. İki ülke Almanyalı Türkler üzerinden birbiri ile rekabet mi ediyor?
Hayır. Bunun böyle olduğuna inanmıyorum. Yurtdışında yaşayan çok sayıda vatandaşımız var. Biz bu insanlara yönelik hizmetlerimizi daha iyi organize etmek ve taleplerini profesyonel bir şekilde karşılamak istiyoruz. Bunun için Çalışma Bakanlığı bünyesinde ayrı bir daire kurduk. Aslında Türkiye'nin ve Almanya'nın ortak bir hedefi var: Bu insanların uyumunu sağlamak. Geride kalan 50 yılda uyumdan daha çok ekonomik kalkınmayı düşündü herkes. Ama şimdi sıra uyum konusuna geldi.
Zeit: Uyum açısından önemli husus nedir?
Bir insan başka bir ülkede yaşamaya başladığında o ülkenin dilini öğrenmesi en doğal işlerden biridir. Her şey dile bağlı. Bu uzun zaman –sadece Türkler tarafından değil– ihmal edildi. Dil konusunda sadece Türkleri suçlu görmek haksızlık olur. Ancak günümüzde Alman vatandaşı olmuş bir Türk'ün aksansız Almanca konuşması mümkün olmalıdır. Bu özellikle ülkede artık kalıcı olmaya karar verdiğinde böyledir. Ve bir dil en iyi nasıl öğrenilir?
Zaman: Nasıl öğrenilir?
Elbette ki çocuk yaşta ve anaokulunda. Uyum insanın yaşadığı ülkenin kurallarına uymasıdır, o ülkeye hizmet etmesi ve faydalı olmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için ise motivasyona ve göç edilen ülkenin sunacağı imkânlara ihtiyacı var. Bunu söylerken beni çok üzen bir konuyu belirtmeden de geçemeyeceğim: Bazen motivasyon kalmıyor.
Bir örnek verebilir misiniz?
Bunun en iyi örneği Alman vize politikasıdır. Zaman zaman tanınmış önemli işadamlarından ve ünlü bilim insanlarından Almanya'nın Türklere yönelik sert vize uygulaması ile ilgili elektronik posta ve mektup alıyorum. Bizim gibi AB üyeliğine aday olmayan başka ülkelerin vatandaşlarına Türklerin önüne çıkardığı engelleri çıkarmıyor. Sanki ülkelerimiz arasında sıkı bir bağ yokmuş gibi davranılıyor. Aslında çok kolay değiştirilebilecek bu durum Almanya'daki Türklerin de moralini bozuyor.
Zeit: Almanyalı Türklerin cumhurbaşkanı kim, siz mi yoksa Christian Wulff mu?
Elbette ki Wulff, Türk kökenli Alman vatandaşların cumhurbaşkanı. Ben de Almanya'da yaşayan ancak halen Türk vatandaşı olan Türklerin cumhurbaşkanıyım. Ancak Türkiye ile yakın ilişki içinde olan, bu ülkede akrabaları, anne ve babaları yaşayan Türkiye'yi halen anavatanları olarak gören Almanyalı Türkler var. Bunlar Alman vatandaşı olabilir, ancak bunların çoğu duygusal olarak beni cumhurbaşkanı olarak görüyorlar. Bu insanların geldikleri ülke ile sıkı bağlarını koparmalarını talep etmek doğru değil.
Zaman: Türkiye'de yaklaşık 70 bin Alman yaşıyor. Siz kendinizi bunların da cumhurbaşkanları olarak da görüyor musunuz?
Elbette ki! Alman vatandaşlarım olduğu gibi, Yahudi, Hıristiyan veya Ermeni olan vatandaşlarım da var. Ben hepsinin cumhurbaşkanı olarak bayramlarını kendileri ile birlikte kutluyor ve ibadet yerlerini ziyaret ediyorum. Azınlıkta oldukları için belki onlar dikkat çekmiyor. Ama ben onları unutmuyorum.
Thilo Sarrazin ismini hiç duydunuz mu?
Kim?
Thilo Sarrazin, Alman merkez bankası eski yönetim kurulu üyesi?
Ha, şu kişi. Evet, bu kişinin başlattığı tartışmayı biliyorum ve savunduğu tezlerden haberim var. Her toplumda böyle aşırı ve marjinal görüşlere sahip kişiler ortaya çıkabilir. Bunlarla fazla ilgilenmeye ve zaman harcamaya değmez. Önemli olan bu ve benzeri tiplere prim verilmemesidir.
Avrupa'da bir İslamofobi tehlikesi görüyor musunuz?
Evet, görüyorum ve bunu yaptığım görüşmelerde ve seyahatlerde de gündeme getiriyorum. Modern devlet çok kültürlü bir devlettir. Demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine dayalı modern devlet, teorisi ve uygulaması ile Avrupa'nın dünyaya armağanıdır. İşte bu Avrupa'dan İslam karşıtlığının yükselmesini büyük bir tezat olarak görüyorum. Avrupa'da yaşanan Müslümanların göçü geri döndürülmesi mümkün olmayan kalıcı yapısal bir olgudur. İslam düşmanlığı, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı tehlikeli gelişmelerdir ve bunlar bir kere ortaya çıktıklarında tedavisi çok zor olan hastalıklardır.
Arap gençleri onurlu bir hayat istiyor
Zeit: Arap Baharı'nda dinin rolü nedir?
Arap Baharı'nda belirleyici rolü din değil, Arap gençleri oynuyor. Bugün iletişim imkânlarının herkese açık olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Herkes her şeyi takip ediyor ve bunun neticesi olarak kendi durumlarını başkaları ile kıyaslıyor. Arap gençleri onursuz bir hayat yaşadıklarını, neyin doğru neyin yanlış olduğunu gördüler. Bunun neticesinde rejimler itibar kaybına uğradı. Arap dünyasında yaşanan devrimlerin temelini iletişim teknolojisi oluşturuyor. Batı geliştirdiği iletişim teknolojisi ile devrimlere en önemli katkıyı yaptı.
Türkiye'de çok sayıda Suriyeli muhalif bulunuyor. Arap yöneticilerden, Arap devrimcilerin safına mı geçiyorsunuz?
Türkiye'de hukuk ve demokrasi belli bir noktaya geldi. Bölge halklarının da bunu elde etmesini istiyoruz. Biz bu halkların demokrasi ve hak talebi mücadelelerini destekliyoruz. Londra, Berlin ve Paris'te insanlar barış içinde nasıl bir araya gelebiliyorlarsa, Türkiye'de de toplanabilirler. Bu onların doğal hakkı.
Ortadoğu'da durum zaten çok kritik. Bu kritik durumda Türkiye, İsrail ile ilişkisini neden krize dönüştürdü?
Bunun sorumlusu Türkiye'den çok İsrail'dir. Geçen yıl aralarında Almanya'nın da olduğu 37 farklı ülkeden insanın içinde yer aldığı bir yardım gemisine uluslararası sularda İsrail saldırdı. Olaydan sonra gemide saldırı amaçlı herhangi bir silah bulunmadı. 9 Türk vatandaşının öldüğü bu saldırıyı yapan İsrail'in özür dilemesi beklenirdi. İsrail uluslararası hukuku çiğnediği halde sanki haklı taraf kendisi imiş gibi davrandı.
İsrail özür dilese ve tazminat ödese sorun çözülür mü?
Evet bu bizim kesin talebimizdir.
İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ambargo o zaman sizin için sorun olmaz, öyle mi?
Bizim için en önemli husus saldırıda insanların ölmüş olmasıdır. Ancak Gazze'ye uygulanan ambargo da uluslararası hukuka aykırı. Aykırı olduğundan AB, Rusya ve ABD yönetimleri de bizim gibi kaldırılmasını talep etti.
Göçün 50. yılındayız. Gerek sivil toplum kuruluşlarının yaptıkları etkinlikler gerekse bireysel girişimlerle bu yıl anlamlı hale getirilmeye çalışılıyor. Gazete olarak farklı ne yapabiliriz konusunu Die Zeit'ın editörleri Özlem Topçu ve Michael Thumann ile görüştük. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ortak bir röportaj yapma ve bunu Gül'ün 19 Eylül'de başlayacak olan Almanya ziyareti öncesi Die Zeit'ta Almanca, Zaman'da ise Türkçe olarak yayınlama fikri ortaya çıktı. Bu fikir hem iki gazetenin editörleri hem de Sayın Cumhurbaşkanı Gül tarafından ilginç bulundu. Rusya'da yakalandığı grip sebebiyle birçok randevusunu iptal eden Sayın Gül, iki gazete temsilcilerine İstanbul Tarabya'daki Huber Köşkü'nde görüşmek üzere randevu verdi. Die Zeit'a Michael Thumann ve Özlem Topçu, Avrupa Zaman'dan Mahmut Çebi ve Süleyman Bağ'ı çok sıcak bir şekilde karşılayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ortak olarak hazırlanan sorulara samimi cevaplar verdi.

0 yorum: