BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ

16 Eylül 2011 Cuma

Obama'nın Türkiye ve İsrail'le imtihanı

Mavi Marmara ihtilafında İsrail'den haklı özür ve tazminat taleplerine karşılık bulamayan Erdoğan hükümetinin Tel Aviv'le bağlarını asgari düzeye indirerek uluslararası arenada diplomatik ve hukuki mücadele kampanyası başlatması, şüphesiz ABD ile ilişkilere de yansıyacak.

Zira İsrail'in Washington için taşıdığı müstesna önem herkesin malumu. İsrail'le artan gerginlik, son dönemde Türk-Amerikan ilişkilerini tamir noktasında alınan kaydadeğer mesafeyi geriletme ya da en azından inkişafa ket vurma potansiyeli taşıyor.
İki yakın müttefiki arasındaki ihtilafın derinleşmesinin milli çıkarlarına münafi olduğunu ve özellikle Ortadoğu'daki manevra kabiliyetini zayıflatacağını bilen Obama yönetimi, Mavi Marmara krizinin diplomatik çözümü için perde arkasında büyük enerji sarf etmişti. Müzakerelere yakın kaynaklar, Obama yönetiminin oldukça adil ve yapıcı rol oynadığını belirtiyor. İlk anda akla gelebilecek olanın aksine, ABD körü körüne İsrail lehine Türkiye'ye taviz baskısı uygulamış değil. Aksine, Amerikalılar kapalı kapılar ardında İsrail'e, Türkiye'den özür dileyerek ve tazminat ödeyerek bu sıkıntıyı savuşturması telkinlerinde bulundu. Ancak Netanyahu hükümetinin uzlaşmaz ve paranoid tavrı, Amerikalılara da yaka silktirdi. Diplomatik müzakerelere derinlemesine vâkıf olan Obama yönetiminin, neticede Türk tezlerine daha müzahir hale geldiğini ve mevcut açmazdan birinci dereceden Erdoğan hükümetini sorumlu tutmadığını söyleyebiliriz. Ne var ki Washington'da iş, icra kanadıyla bitmiyor. Amerika'da İsrail lobisinin en etkili olduğu zeminlerden biri olan yasama kanadında, yani Kongre'de çok farklı bir tablo söz konusu. Özellikle Başkan Obama'yı genel olarak İsrail'i yeterince güçlü savunmamakla eleştiren Cumhuriyetçiler, Türkiye'yle ilişkilerin geliştirilmesini arzu eden icra kanadını sıkıştırabilir. 'Ermeni soykırımı' tasarısı, silah alımları ve ticaretin artırılması gibi konularda Obama yönetiminin Kongre nezdinde Türkiye'yle ilişkileri savunarak kanun desteği isteme kabiliyeti zayıflayabilir. Başkan Obama'nın engel çıkaran Senato'yu ara dönem kararıyla by-pass ederek Ankara'ya gönderebildiği Büyükelçi Francis Ricciardone'nin resmen atamasına yine takoz koyulması da ihtimal dışı değil.
amerikalı türkler endişeli
Obama yönetimi, Ortadoğu'nun yeniden yapılandığı Arap Baharı sürecinde, bölgenin gücü ve itibarı hızla yükselen oyuncusu Türkiye'yle en üst düzeyden olabildiğine yakın angajman ve istişare siyaseti güdüyor. İsrail'le cedelleşme, Türkiye'nin bölgedeki Müslüman toplumlar nezdindeki itibarını yükselterek ABD'yi Ankara'yla yakın ilişkilere daha bir mecbur hale getirecektir. Ancak 2012 Kasım'ında yapılacak başkanlık ve Kongre seçimlerinde Yahudi desteğine ihtiyaç duyan Obama yönetimi, ulusal çıkarlar ile siyasi zorunluluklar arasında denge arayışına girmek zorunda kalabilir.
Meselenin Türk-Amerikan ilişkileri bakımından en talihsiz yanlarından biri, İsrail krizinin tam da Erdoğan hükümetinin Washington'u mutlu eden ve ilişkilere pozitif ivme katabilecek füze kalkanı onayından sonra vuku bulmuş olması. Gerçi görüştüğümüz bazı Amerikalı gözlemciler, Ankara'nın füze kalkanı onayının İsrail'le ilişkileri asgari düzeye indirme kararıyla aynı zamana denk gelmesinin tesadüf olmadığından kuşkulanıyor. Onlara göre, Erdoğan hükümeti, akıllıca bir hamleyle İsrail politikasının Washington'da yol açacağı olumsuz havayı dağıtmak istemiş olabilir. Ankara'nın böyle bir hesap yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Ama füze kalkanı onayının Türkiye'yle iyi ilişkileri savunan Amerikalılara faydalı bir argüman sağlayacağına şüphe yok. Federal ve yerel bürokrasi, siyaset, Wall Street, medya, akademi, sanat, sivil toplum gibi hayatın her alanında Amerika'da etkili varlık gösteren Yahudi cemaatinin İsrail politikasından dolayı Türkiye'ye olumsuz duygular yüklenme ihtimali, ülkede son dönemde kaydadeğer ölçüde gelişen sivil Türk varlığı ve çıkarları adına da risk teşkil ediyor. Bazı Ermeni ve Rum grupların görünür görünmez çelmelerinden zaten muzdarip olan Amerika'daki Türkler, Yahudilerin de hasım cepheye geçmesinden endişeli. Nitekim 2008'deki kanlı Gazze harekâtına Türkiye'nin sert tepki vermesinin ardından İsrail'le ilişkilerinin serbest düşüşe geçtiği dönemde Amerikan medyasında Türkiye ve Türkler aleyhine yayınların arttığı gözden kaçmıyor. Düşünce kuruluşu CAP'in (Amerikan İlerleme Merkezi) yaptırdığı son İslamofobi araştırması, Amerika'da Türklerin açtığı charter okulu zincirlerine karşı yürütülen sistematik karalama kampanyalarının bazı Yahudi fonlarınca desteklendiğini verilerle ispatladı. Amerikan Yahudilerinin çoğu liberal çizgide, insan haklarına saygılı ve yabancı düşmanı değil. Ancak İsrail yanlısı milliyetçi reflekslerle kararlı ve sistemli çalışmalar yürüten bazı Yahudi gruplar sayılarıyla orantısız derecede fazla etkili olabiliyor. Amerika, Türkiye ile İsrail'in müsabaka alanlarından biri haline gelirse ve Türk varlığına saldırılar artarsa, Türk-Amerikan ilişkileri de yara alabilir.
Mezkur riskler muvacehesinde Obama yönetiminin Türkiye-İsrail ihtilafının sonuçlarından kaygı duyması için yeterince sebep bulunuyor. Ankara'nın Akdeniz'de seyrüsefer serbestisine yönelik bazı muğlak açıklamaları, Washington'da İsrail'e askerî meydan okuma gibi algılanarak, hükümetin işi nereye götürmek istediğine dair ciddi istifhamlara yol açtı. Türkiye'nin barışçı çizgisine yakışan, İsrail'e tepkisini diplomatik çerçeveden çıkmaksızın ve itidali elden bırakmaksızın vermektir. Batı dahil uluslararası arenadan tutulacak tüm nabızları denkleme koyarak ve ulusal çıkarlarımızın bütüncüllüğünü göz önünde bulundurarak, eylem sınırlarımızı iyi çizmekte fayda var.

0 yorum: