BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ

15 Eylül 2011 Perşembe

Türkiye'nin 'Öteki' Albümü (Kitaplık)




































Hz. Âdem ile Hz. Havva kıssasında 'giydirilmemiş' insanı görüyoruz; tarih ve sosyolojilerden geçerek 'kimlik' edinmişleri değil, en saf en çıplak hâliyle insanı... Hz. Âdem ile Hz. Havva Türk veya Kürt değil, yalnızca insan idiler. İnsanın altı çizilir kıssada; doğulan Cennet, günah, Cennet'ten düşüş, yeryüzünün tenhalığı ve gurbet hissi, pişmanlık... Öylece başlar tarih ve olacak olan olur. Zaman birbirinin üzerine biner; yıllar, yüzyıllar geçer. Tarih ve sosyolojilerden geçmiş insanla karşılaşırız. Giyinmiştir artık! Türk veya Kürt olmuş bir insan vardır karşımızda; Yahudi, Hristiyan veya Müslüman... Giyindiği kimlik ve inanışlar kendisine sınırlar çizdiğinden, yeryüzünün hepsi değil, yeryüzünden bir kısım ona yurt olmuştur. Yeryüzü doğu-batı, kuzey-güney, insanlar ise kimlikler/inanışlar/renkler sayısınca bölünmüştür.

Hayır, burada bir problem yok, bu bir hakikat! 'Kuvve'nin 'fiil'e inkılâbı diyebiliriz buna. Hz. Âdem ile Havva insanlığın 'bir'lik hâliyken, tarih bu 'bir'liğe içkin 'çok'luğun açığa çıkmasıdır. Hz. Âdem ile Hz. Havva isimli çekirdek, tarih denen toprağa düşerek çatlamış, filizlenip dallanarak insanlık ağacı olmuştur. 'Bir'de 'çok' vardır ve 'çok'luk 'bir'den kök alır. Çekirdek ağacı içerirken, ağaç da çekirdeğe dairdir. Öyledir, vakıa sapma değil, hakikattir! Ancak hakikat olan vakıada bir de sapma olmuştur. Ağacın dalları, dalların uçlarında görünenler, içinden çıktıkları çekirdekten özerk bilmişler kendilerini. Evvellerinden kopuk ve birbirlerinin karşıtı olarak uzamışlar. 'Bir'den 'çok'a varılmış, ama 'çok'tan 'bir'e gidilme unutulmuş; 'evvel'ine yabancılaşmış insanlık. Kendilerini 'bir'den özerk kılanlar, gayrı (yabancı/öteki) bildiklerinden fazla bir şey olduklarına da inanmışlar. Bu inanç aradaki mesafeyi açmış, mesafe ise karşıtlığa sebep olmuş. Güç devşirme, iktidara geçip 'öteki'sini alta sürme pratiği gelişmiş. Böylelikle tarih, kimliklerin ve inanışların kavgası kesilmiş.

Ne yazık ki doğduğumuz ülke de vakıadaki sapmaya düşmüş, bu sapma içinde kurmuş kendini. Çok dilli ve çok dinli hafızasına rağmen bekasını tek dilli ve tek dinli bir yapıda görmüş. Ülkeyi öngördüğü 'tek'in merkeziliğinde kurgulamış. 'Çok'un katılarak inşa ettiği bir ülkeye değil, 'bir'in hâkim olduğu bir yapının inşasına çalışmış. Biz buna, Türkiye'nin modern-ulus devlet olma süreci diyoruz. Ve sürecin nihai noktasında şu cümle kurulmuştur: Ülke, yüzde 99'un 'şu' olduğu bir yerdir! Hayır, bu cümle övünç vesilesi olamaz! Olamaz çünkü cümle, ülkenin nasıl bir eksiltmeden geçtiğini ele veriyor. Hafıza çok dilliliğin, çok dinliliğin yaşandığı geçmiş zamanı hatırlatıyor bize; her 'parça'nın kendisi kalarak katıldığı, katılarak oluşturduğu 'çok'lu bir 'bir'in yaşa(n)dığını anlıyoruz.

Yüzde 99 rakamı azaltılan Rum ve Ermenilere, Yahudi ve Hristiyanlara işarettir; Alevi'nin, Laz'ın, Çerkez'in, Kürdün nasıl görünmez kılındığına... Evet, yüzde 99 rakamı, 'tek'in hükümranlığına yazılmış ülkenin yukarı kaldırdığı bir skordur. Sevinemeyiz buna, başımızı yere indiren bir şeydir bu. Zafer gibi görünen koca bir yenilgi; ülkeyi azaltan, eksilten, yoksul ve renksiz kılan bir sonuç...

Böyle olduğu için Türkiye bugün gözü yaşlı çocukların yurdu gibi görünmektedir. 'Merkez'in dışında tutulan, üzerleri çizilen, hakları yenilen dil, ses ve renklerin dile gelmeleri, geçmiş ağrılarından bahis açmaları ve adalet talebi içinde olmaları bu yüzdendir. 'Öteki'leştirilmiş ne kadar insan varsa hepsi şimdilerde 'mağdurun dili'yle konuşuyor. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Aleviler, Kürtler, Romanlar, dindarlar, başörtülüler 'tek'in hükümranlığından çıkması gereken bir Türkiye'ye işaret ediyor, 'çok'un inşa ettiği 'bir' ülke talebi içinde oluyorlar.

Bu kadar cümleyi derinde hissedilen bir 'ağrı'nın içinden kuruyorum. Dünyanın hayat standardı yüksek Norveç'inde 'öteki'nin kurdu kesilmiş birinin fotoğrafına eğilmişken, diğer tarafta doğduğum ülkenin 'öteki'lerine yaşattığının fotoğrafı gibi duran bir kitabı okuyorum. Erkam Tufan Aytav'ın "Türkiye'de Öteki Olmak" kitabını... Bir söyleşi kitabı bu; Türkiye'nin 'öteki' albümü... Yazar 'öteki'leştirilmiş gruplardan birer isimle konuşmuş, bu isimlerin şahsında yaşanan genel bir mağduriyete odaklanmış. Mario Levi Yahudi, Yorgo Stefanpulos Rum, Arus Yumul Ermeni, Zeki Baştemir Süryani, Altan Tan Kürt, Reha Çamuroğlu Alevi, Aydın Elbasan Roman ve Hilal Kaplan böşörtülü olmanın Türkiye hâllerini anlatıyor. Söyleşi verenlerin dilleri, dinleri ve renkleri farklılık arz etse de benzer bir mağduriyetin sakinleri olmuşlar.

Merkezin dışında tutulmanın, kendi hakikatiyle görünememenin yıkıcı travması vardır. Kalbim bu travmayı yaşatan Türkiye haline itiraz ediyor. İbn Arabi Fususu'l-Hikem'de; "Her şeyde o şeyi kendisi yapan bir hakikat vardır ve bu hakikat sayesinde bir şey kendisi olmaktadır." mealinde bir cümle kurar. Yani şu veya bu olmanın bir hakikati vardır ve bu hakikat sayesinde şu veya bu kendisi olmaktadır. Türkiye'de kim hangi hakikatiyle kendisi oluyorsa erk bunu hürmetle karşılamalı, ülkeyi bunu imkânlı kılan bir zemine dönüştürmelidir. Zîrâ her bir şeyin kendi hakikati üzere yaşaması Rabb'in muradına daha uygundur diye düşünürüm. Değilse varlık 'bir'den doğan bir 'çokluk' olmazdı; hayat çok renkliliğin, çok dinliliğin, çok dilliliğin iç içe geçişinde akmazdı.

0 yorum: